“Düşünceli ve kendini adamış bir grup insanın tüm dünyayı değiştirebileceğinden asla şüphe etmeyin.” Margaret Mead
Efendim Hippiler’i hepiniz bilirsiniz. Bugünün baby boomerları, zamanlarının ise yeni kuşağı olan bu grup, yeni fikirleri, alternatif yaşam biçimleri ve eylemleri ile sokağa dökülmüşlerdi. Eylemlerinin ardındaki fikirler, çoğunluğun benimsemediği aykırı fikirlerdi. Çoğunluk onları sapkınlıkla itham ederken, onlar zamanlarının üniversitelerini, hatta sosyal anlayışlarını dönüştürmeye başlamışlardı bile. Yani çoğunluğun kabul etmediği fikir, düşünce ve eylemler azınlıkta kalan düşünceler tarafından dönüştürülmeye başlanmış yani bu fikirler çoğunluğu etkilemeye başlamıştı. Bu durum sosyal psikologların ilgisini çekti elbette. Çünkü bu azınlık, çoğunluğun görüş ve davranışlarını ilk başta görünür biçimde değiştirmese de, bilişsel düzeyde fikirlerinin ciddi anlamda bulanmasına yol açmıştı.
Moscovici, Lage ve Naffrechoux 1969 yılında, Asch’in “Uyma Davranışı” deneyinde kullanılan düzene benzer bir düzen kullanarak yaptıkları deney sonucunda, küçük bir azınlığın çoğunluğun yargılarını kaydırabildiklerini gördüler. Katılımcılar renk körlüğü testinden geçtikten sonra altışar kişilik gruplar halinde bir araya getirildiler ve hepsine gösterilen rengin ne olduğu soruldu. Gösterilen otuz altı renk saydamının hepsi farklı tonlarda mavi idi. Katılımcıların görevi gösterilen saydamın rengini yüksek sesle söylemekti. Altışar kişilik denek grubunda her zaman iki katılımcı sahte (araştırmacılarla işbirliği yapan katılımcılar), kalan dört katılımcı gerçek katılımcıydı ve diğer iki katılımcının da kendileri gibi olduklarını düşünmekteydiler. Deney şartlarından birinde bu işbirlikçi iki katılımcı her denemede birbirleri ile tutarlı bir şekilde slaytların yeşil olduğunu (tutarlı olma şartı ile) diğer deney şartında ise 24 defa yeşil, 12 defa mavi olduğunu söylediler (tutarsız olma şartı ile). İşbirlikçi katılımcıların bulunmadığı kontrol grubunda gerçek katılımcılar hiçbir şekilde yeşil tepkisi vermediler. Tutarsız olma deney şartında gerçek katılımcıların yeşil tepkisi verme oranı %1 düzeyinde iken, tutarlılık şartında katılımcıların %32’si en az bir defa yeşil tepkisini verdi. Ortalamaya bakıldığında, katılımcıların tepkilerinin %8’den fazlası, yeşildi.
%8’lik oran size ilk etapta bir şey ifade etmeyebilir ama bu deneyi takip eden 2. deneyin sonuçları oldukça çarpıcı. Aynı denekler, ilkiyle hiçbir ilişkisi olmayan tamamıyla farklı bir deneye katıldıklarını düşünerek girdikleri 2. deneyde, tek başlarına deney odasına girdiler. Yine aynı renkteki salytlara baktılar. Başka hiçbir deneğin cevabını bilmiyorlardı. Ne oldu biliyor musunuz? Cevapları büyük oranda “yeşilimsi mavi” oldu. Bu bulgular, azınlık etkisinin, insanların davranışlarını değiştirmede çoğunluğun etkisi kadar olmasa da etkili olduğuna işaret etmektedir. Bunun ötesinde, bu deneyin en vurucu sonucu şudur: İnsanlar azınlıktan gelen tepkilerden “bilişsel düzeyde” etkilenmektedirler. Deney sırasında, davranışsal düzeyde apaçık bir “yeşil” tepkisi verilmese de, “mavi” tepkisi de kolay kolay verilememeye başlamıştır.
Ne zaman azınlık etkisi konusunu düşünsem aklıma August Landmesser gelir. Fotograftaki güruh yani çoğunluk, tarihe geçeceklerini hatta tarih yazdıklarını düşünürken, içlerinden sadece onun ismi günümüze kadar ulaşmıştır. Bir tek onun adı bilinir. O bir semboldür hatta. Bazen azınlıkta olduğunuzu düşünürsünüz, oysa sizin temsil ettikleriniz niteliksel olarak kocamandır. Etkileri de büyük ihtimalle aynı büyüklükte olacaktır. Düşünsenize; temel duygu tasniflerinin ortak paydası, olumlu duyguların temel duygu gamında azınlıkta kaldığı gerçeğidir. Azınlıkta kalan bu temel duygu ise “mutluluk”tur. Bu azınlıkta kalmış duygunun kudretinin ölçüsünü sanırım anlatmama gerek yok öyle değil mi?
Comments