“Bizi mutlu eden, düşünsel eğilimlerimizdir.” D. Erasmus - Deliliğe Övgü
Apaçık bir gerçek vardır, o da insanların kendi kendilerine konuşan varlıklar olduğudur. Bunu genellikle sessizce yaparız. Aksi takdirde Desiderius Erasmus, methiyelerini bize düzecektir. En azından bize öyle öğretilmiştir. Bu anlamda en akıllı deliler, güfte yazarları, besteciler ve şarkıcıdırlar. Onlar iç seslerini melodik hâle getirerek haykırma şansına sahiptirler. Öyle ya; şarkıcı “sen bana neler ettin zalım” derken kendi kendine konuşmaktadır. Ama bunu hançere marifetiyle yaptığından kimse ona deli demez, “çok içli bir insan” der. Burada “içli” ibaresinin altını çizmekte fayda var elbette. O iç hepimizde var. Sadece farklı oranlarda ve farklı amaçlarla kullanmayı tercih ediyoruz.
Biz kendimizle konuşuruz ve fakat bizimle konuşan sanki başkasıymış gibi davranır, ona “iç ses” gibi isimler takarız. Oysa düşüncelerimiz, daha doğrusu yorumlarımız bizzat bizizdir. Bay ve bayan iç sesler, bizi ahenkle yönetip, ne zaman ne yapacağımıza, gülümseyip gülümsemeyeceğimize ve hatta bunalıma girip girmeyeceğimize karar verirler. Bu karara önce zihin, sonra da ona eşlik eden beden katılır. Bizi huysuz ya da uyumlu kılan yegâne süreç de budur.
Gelelim pozitif delilere, yani kendi kendine konuşmasından olumlu sonuçlar çıkarabilenlere. Bu insanların asgari müştereklerinin bazı zihinsel alışkanlıklar olduğu yazılıp çiziliyor. Ben yazılıp çizilenleri kendimce ve kültürel zekâmıza uygun olarak sentezleyip paylaşacağım şimdi. Çünkü takdiriniz; bu tasnifler de (her zaman olduğu gibi) batılılar tarafından yapılıyor ve olduğu gibi yaşama aktarmak ölümcül hata oluyor. Benim sentezim sadece 3 maddeden oluştuğundan kelli, iç sesimin akılcı sadelik yaklaşımım sebebiyle bana “aferin” dediğini de söylemeden edemeyeceğim.
1. Kendilerine karşı merhametli olmak
Merhametin bu türüne “akılcı merhamet” demek belki de daha doğru olur. Bu insanlar, hata yaptıklarında, adaletsizliğe uğradıklarında ya da kendilerini zayıf hissettiklerinde “ben her şeyden önce bir insanım” görüşüne sarılıyorlar. Yani “felek vurmuş bir de ben vurmayayım” duruşu hâkim diyebiliriz. Olaylara, insanlara ve hepsinden önemlisi de kendilerine iyimser bir bakış açısıyla yaklaşıp, derhal güçlü yönlerine odaklanıyorlar. Bu seçimleri, onları “kurban” rolünden hızla uzaklaştırıyor ve zihinlerinde özsaygı sancağı dalgalanmaya başlıyor. Şunu da söylemeden edemeyeceğim; bir insanın kendi kendisini affetmesi, huzurun en derin hâlidir.
2. Öğrenilmiş alışkanlıkları ve değerleri düzenlemek
Belki de bizim kültürel zekâmızın başrolde olduğu en mühim madde bu. Çünkü bizler, çocukluğumuzdan itibaren “ayıp, yasak ve günah” kodlamaları ile donatıldık. Bunun yanı sıra, erdem ve değer tanımlamalarımız ile algılarımız da çocukluğumuzda zihnimize ekilmeye başlamıştı. Her ekimin bir de hasadı olduğunu, bu hasadın da yetişkinliğimize denk geldiğini, yetişkin hayatımızın önemli bir kısmını da işlerimizde geçirdiğimizi söylemek mümkün. İşte pozitif delilerin farkı da bu hasat sürecinde ortaya çıkıyor. Çünkü bu insanlar, kendilerini ve/veya çevrelerindeki insanları durduran ya da kötü hissettiren düşünce kalıplarının nereden geldiğini tespit ettikten sonra bunları elimine etmenin yollarını buluyorlar. Bu anlamda onların iç seslerinin daha ziyade iyi hissetmek odaklı sorular sorduğunu, dolayısıyla meraklı iç seslere sahip olduklarını söyleyebiliriz.
3. Engelleri ve hata içeren yaşanmışlıkları başarıya giden yol olarak görmek
Pozitif deliler; “Benden ne köy olur ne kasaba”, “ Böyle şeyler hep benim başıma gelir”, “Bende şans olsaydı zaten…” vb. iç seslerine, bir Çin’den bir de bizden iki farklı iç ses ile karşılık veriyorlar. Bunlardan ilki “Şans ve fırsat sadece hazır olana güler” diğeri ise “Her şerde bir hayr vardır”. Bu anlamda bu insanların aynı zamanda harika birer maceraperest olduklarını söylemek mümkün. Çünkü onlar, can sıkıcı kişileri ve durumları sorun olarak değil, durum olarak algılıyor, “madem başıma bu iş geldi bundan ne öğrenebileceğime bakayım” bakış açısıyla yaklaşıyorlar. Bu bakış açısı, zihnin odağını anında değiştirerek, hükmedilemeyen geçmiş yerine, bizim hükümdarlığımıza muhtaç olan geleceğe yönlendiriyor. Böylece yıkıcı duyguların kör kuyusuna düşmüyorlar.
Görüldüğü üzere bu 3 maddenin tamamı “sadelik” paydasında buluşuyorlar. Pozitif delilik, iç sesin; düşüncelerin vesvesesinden, kuruntularından, kalıp yargılarından, varsayımlarından ve dedikoduculuğundan ayıklanmasından başka bir şey değil. Düşüncelerin ayıklanmış hâli, kendimize ve yaşama duru bir bakış açısıyla yaklaşmamızı sağlıyor. Bence sadeliğin keyfini yaşamak için hemen pozitif bir bahane yaratın kendinize. Şimdi değilse ne zaman ki zaten?
Not: Başında pozitif ibaresi olmasına rağmen “deli” ifadesi ve deli olmak ihtimali sizi bir yerlerinizden gıdıklayıp rahatsız olmanıza sebep olduysa 2. maddeyi değerlendiriniz J
Veee reveransss..
Комментарии