“Ben nereden geldim, bu cihanın gamı, neşesi nereden geldi? Ben nerede? Yağmur ve oluk düşüncesi nerede? Yani aklımın bu dünyaya ait işlere tıkılıp kalması nerede? Bunlarla benim ne ilgim vardır? Niçin ben asıl âlemime; kendi dünyama dönmeyeyim? Burada benim ne işim var var? Gönül nerelidir? Neredendir? Şu toprak seyrine dalmak neredendir, nedir; düşünmüyor musun?” Mevlana
Mindfulness ile meditasyon tekniklerinin el ele tutuştuğunu hepimiz biliyoruz. Mindful olma hâlinin ve bu hâlin hayatımızın ayrılmaz parçası olması niyetinin gerçeğe dönüşmesi, meditatif uygulamaları belirli bir özdisiplin ile hayatımızın içine almamızla mümkün. Aynı şekilde, duygusal zekâ’nın kaderî bir tarafının olmadığını, geliştirilebilir bir kapasite olduğunu da biliyoruz. Duygusal ve Sosyal Zekâ bileşenlerini geliştirmek için uygulanabilecek pek çok metot var ve yine işin içine özdisiplin giriyor. Konuya bu bakış açısıyla yaklaştığımızda, Dalai Lama’nın Mindfulness’ın doruklarında bir çeşit Nirvana yaşadığını, Daniel Goleman’ın ise bir EQ tanrısı olduğunu düşünebiliriz. Öyle ya, bu şahane insanlar, bu metotları uygulamakla kalmayıp içinde yaşıyorlar. Ancak her ikisi de bu savı kesin bir biçimde reddediyor. Bu konudaki söylemlerinin ise ortak bir noktası var; “sürekli ve vazgeçmeksizin kendi üstümde çalışıyorum”. Hal böyle olunca “en” duygusal zeki insan veya “en” mindful insan şeklinde bir tanımlama yapmak da kendimizden bu tür bir beklenti için de olmak da anlamsız. Bu noktada asıl odaklanılması gereken husus ise şu; “İnsanın duygusal ve düşünsel olarak bütünlenmesi ve her şeyin değil ama olabileceğinin en iyisi olmaya yönlenmesi”. Konuya bu noktadan bakıldığında EQ’nun ve Mindfulness öğretisinin birbirini besleyen çok önemli iki disiplin olduğunu görüyoruz.
Şöyle ki; Mindfulness ve EQ farklı terminolojiyi kullansalar da, özlerinde aynı hedefler vardır.
Yargılama yapmaksızın gözlem yapma yeteneğini geliştirmek, olanı olduğu gibi değerlendirmek
Zihinsel süreçlerimize derin bir bakış açısı ile yaklaşmak ve kendi zihinsel aktivitemizin dinamiklerini fark etmek
Düşüncelerimiz, duygularımız, söylediklerimiz ve davranışlarımız arasındaki bağı fark etmek ve bu anlamda bilinçli farkındalık düzeyine gelmek
Bu anlamda, EQ ve Mindulness birbirlerini yaratan ve besleyen iki muazzam yöntemdir diyebiliriz. Mindful düzeyde iken EQ’yu damarlarınızda hissedersiniz. EQ’ya odaklandığınızda ise kendinizi mindful halde bulusunuz. Hangisinden başlayacağınız ise tamamen size kalmıştır. Her iki metot da başlangıç noktasına sahiptir. Ancak yolda iken mutlaka bir diğeri ile karşılaşırsınız. Elbette özdisiplin her iki metodun da olmazsa olmazıdır. Türk iş dünyası, EQ kavramı ile Daniel Goleman metodolojisi eliyle tanıştı. Ancak bu öğreti genetik zekâmızda mevcuttur. Anadolu toprakları, mindfulness öğretisinin ve duygusal zekâ’nın en önemli temsilcilerine yuva olmuştur. Biz onlara, tasavvuf ehlî, sufi veya eren diyoruz. Yunus Emre, Mevlana ve daha niceleri bu öğretiyi çoktan zihinlerimize ekmişlerdi. Zira, bu konuyu temel alan tüm kitaplarda Mevlana ya da Yunus Emre’den alıntılar bulursunuz. Bu anlamda yapmamız gereken şey, yeni bir şey öğrenecekmişiz yaklaşımından sıyrılarak “hatırlayacağım” demektir.
Gelelim mindfulness teknikleri ile yoğrulmuş duygusal zekâ eğitimine… Çok uzatmayacağım; Mindfulness teknikleriyle bezenmiş bir duygusal zekâ eğitim programı, duygusal zekâ bileşenleri üzerinde çalışırken yolda olmanın keyfini yaşatır, sadece insan olduğumuzu bize hatırlatır, olabileceğimiz her şey olabileceğimizi gösterir, kültürel zekâmıza uygunluğu sebebiyle konforlu, kalıcı ve sürdürülebilir öğrenmeyi mümkün kılar. İş doyumu, artan verimlilik, duyguların denetimi, aidiyet, çatışma, öfke ve stres yönetimi gibi gelişim konuları ise bu programın pozitif yan etkileridir. Ve bu yan etkiler, kişi öyle olmasını istediği müddetçe kalıcılığını korur. O isteği ise, programın kendisi yaratır. Tecrübeyle sabittir 😊
Comentários