top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 751 sonuç bulundu

  • Yeni Yıl Hedefleriniz Hazır mı?

    Photo by Min An on Pexels.com Yılbaşına çok az kaldı. 2021 yılını daha önce beklediğimiz yıllardan daha özlemle bekliyoruz. Umuyorum 2020 getirdiği Koronayı da yanında alır götürür. Yılbaşı yeni hedefler koymak planlar yapmak konusunda çok güzel bir fırsattır. Çevrenizde duyarsınız. “Yeni yılda şöyle yapacağım, böyle yapacağım”, “2021’deki planlarım bunlar”, “1 Ocak’tan itibaren şöyle olacağım” Bu güzel bir bahane, güzel bir başlangıç, eğer devamı gelirse. Geçtiğimiz yıllarda eğitimlerde tanıştığım genç bir arkadaşım, bu yılın planını hedeflerini birlikte yapalım diye mail yazdı bana. Bende neden olmasın, ben sana sorular sormaya başlayayım, sonra yönlendiririm seni ve planı tamamlarız dedim. 1-2 mailime cevap verdikten sonra, süreç yavaş işlemeye başladı. “Ne oldu?” diye soran bir mail yazdığımda aldığım cevap şöyleydi. “Sen beni tanıyorsun benim yerime hedeflerimi yazarsan, ben de onları uygularım” Yaş, makam, eğitim hiç fark etmiyor, söz konusu hedef belirlenmek olunca zorlanıyoruz, hedef belirleyebilsek bile çoğu zaman devamını getiremiyoruz. Hedef Belirleyememe bahanelerine bakar mısınız? “Hedef belirlemek için hiç zamanım yok” “Hedef belirlesem ne değişir, iş ve özel hayatımda benimkinden daha önemli programlar var. Onlar engelliyor.” “Planlama yaratıcılığı öldürür, büyüsü kaçar, bırak böyle kalsın daha heyecanlı oluyor.” “Hedef belirlesem, plan yapsam ne yararı var ki? Bu şartlarda bu ülkede hedef mi belirlenir?” “Nasıl hedef belirlemeliyiz?” derseniz… Kişi kendi güçlü yönlerine uygun hedefler belirlemeli. Zamanı belli olmalı. Belirlenen hedefler kişiye özgü olmalı. Hedeflere ulaşmak üzere yapılan planlar esnek olmalı. Planlar uygulanabilir olmalı. Tarza ve alışkanlıklara uygun planlar yapılmalı. BELİRLENEN HEDEFLERE ULAŞMADA BAŞARILI OLMAK İÇİN: Yapılması gereken şeyleri, yapılması gereken zamanda isteseniz de istemeseniz de kendinize yaptırmalısınız.. #ÖzMotivasyon #BaşarmaDürtüsü #Hedef

  • Yeni Yıl Hedefleriniz Hazır mı?

    Photo by Min An on Pexels.com Yılbaşına çok az kaldı. 2021 yılını daha önce beklediğimiz yıllardan daha özlemle bekliyoruz. Umuyorum 2020 getirdiği Koronayı da yanında alır götürür. Yılbaşı yeni hedefler koymak planlar yapmak konusunda çok güzel bir fırsattır. Çevrenizde duyarsınız. “Yeni yılda şöyle yapacağım, böyle yapacağım”, “2021’deki planlarım bunlar”, “1 Ocak’tan itibaren şöyle olacağım” Bu güzel bir bahane, güzel bir başlangıç, eğer devamı gelirse. Geçtiğimiz yıllarda eğitimlerde tanıştığım genç bir arkadaşım, bu yılın planını hedeflerini birlikte yapalım diye mail yazdı bana. Bende neden olmasın, ben sana sorular sormaya başlayayım, sonra yönlendiririm seni ve planı tamamlarız dedim. 1-2 mailime cevap verdikten sonra, süreç yavaş işlemeye başladı. “Ne oldu?” diye soran bir mail yazdığımda aldığım cevap şöyleydi. “Sen beni tanıyorsun benim yerime hedeflerimi yazarsan, ben de onları uygularım” Yaş, makam, eğitim hiç fark etmiyor, söz konusu hedef belirlenmek olunca zorlanıyoruz, hedef belirleyebilsek bile çoğu zaman devamını getiremiyoruz. Hedef Belirleyememe bahanelerine bakar mısınız? “Hedef belirlemek için hiç zamanım yok” “Hedef belirlesem ne değişir, iş ve özel hayatımda benimkinden daha önemli programlar var. Onlar engelliyor.” “Planlama yaratıcılığı öldürür, büyüsü kaçar, bırak böyle kalsın daha heyecanlı oluyor.” “Hedef belirlesem, plan yapsam ne yararı var ki? Bu şartlarda bu ülkede hedef mi belirlenir?” “Nasıl hedef belirlemeliyiz?” derseniz… Kişi kendi güçlü yönlerine uygun hedefler belirlemeli. Zamanı belli olmalı. Belirlenen hedefler kişiye özgü olmalı. Hedeflere ulaşmak üzere yapılan planlar esnek olmalı. Planlar uygulanabilir olmalı. Tarza ve alışkanlıklara uygun planlar yapılmalı. BELİRLENEN HEDEFLERE ULAŞMADA BAŞARILI OLMAK İÇİN: Yapılması gereken şeyleri, yapılması gereken zamanda isteseniz de istemeseniz de kendinize yaptırmalısınız.. #ÖzMotivasyon #BaşarmaDürtüsü #Hedef

  • İş Yaşamınızda İlişkiler..

    Photo by fauxels on Pexels.com İş yaşamınızda ilişkiler konusunda hangi alanlarda sıkıntılar yaşıyorsunuz * Karşısındakinin duygularını sezmek, * Karşısındakinin bakış açılarını anlamak * Karşısındakinin endişeleriyle etkin bir biçimde ilgilenmek. * Gündemleri, karar ağlarını ve örgütsel düzeydeki eğilimleri okumak. * Müşterilerin ya da iş arkadaşınızın gereksinimlerini fark etmek ve karşılamak. * Müşterilere ya da iş arkadaşınıza yol göstermek ve ilham vermek. * İkna becerilerini kullanmak. * Astlarına rehberlik etmek * Geribildirim vermek. * Yönetmek ve önderlik etmek. * Anlaşmazlıkları çözmek. * İlişkiler ağı kurmak ve sürdürmek. * İşbirliği Ortamı yaratmak * Takım oluşturmak. * Bunlar dışındaki diğer konularda (lütfen aşağıdaki yorum bölümüne yazarak belirtiniz) #DuygusalZeka #İletişim #İlişkiYönetimi #İlişkiler

  • İş Yaşamınızda İlişkiler..

    Photo by fauxels on Pexels.com İş yaşamınızda ilişkiler konusunda hangi alanlarda sıkıntılar yaşıyorsunuz * Karşısındakinin duygularını sezmek, * Karşısındakinin bakış açılarını anlamak * Karşısındakinin endişeleriyle etkin bir biçimde ilgilenmek. * Gündemleri, karar ağlarını ve örgütsel düzeydeki eğilimleri okumak. * Müşterilerin ya da iş arkadaşınızın gereksinimlerini fark etmek ve karşılamak. * Müşterilere ya da iş arkadaşınıza yol göstermek ve ilham vermek. * İkna becerilerini kullanmak. * Astlarına rehberlik etmek * Geribildirim vermek. * Yönetmek ve önderlik etmek. * Anlaşmazlıkları çözmek. * İlişkiler ağı kurmak ve sürdürmek. * İşbirliği Ortamı yaratmak * Takım oluşturmak. * Bunlar dışındaki diğer konularda  (lütfen aşağıdaki yorum bölümüne yazarak belirtiniz) #DuygusalZeka #İletişim #İlişkiYönetimi #İlişkiler

  • Duygusal Zekâ ve Sosyal İlişkiler

    Duygusal zekayı etkili bir şekilde kullanabilmek, hem kendi hislerimizi hem de iletişim halinde olduğumuz diğer insanların hislerini tanıyabilme, anlayabilme ve yönetebilme gibi yetkinlikler gerektirir. Bu durumda kişinin sadece kendi duygularını, isteklerini anlaması ve onları yönetebilmesi yaşam koşullarında eksik ve yetersizdir. Zira, insan sosyal bir varlıktır ve içinde yaşadığı topluma karşı yerine getirmesi beklenen bazı sorumlulukları vardır. İşte, Duygusal Zeka kavramının içinde yer alan ‘sosyal ilişkiler’ becerisi, bu anlamda, paylaşım üzerine kurulu, tarafların memnun olduğu yakınlık içeren ilişkiler kurmak ve bu ilişkileri devam ettirmek olarak tanımlanır. Tanımlanan bu ilişkide karşılıklı memnuniyet duygusu, alma ve verme temeline dayanır. Sosyal açıdan besleyici ve kişi yararınadır. Diğer taraftan, olumlu ilişkiler başkalarına karşı duyarlı olmayı gerektirir. Duygusal zekanın bu alanı, yalnızca sağlıklı ilişkiler kurabilmeyi değil, aynı zamanda bu ilişkileri yaşarken rahat ve güvenli bir ruh hali içinde olabilmeyi de öngörür (Stein & Book, 2003, s. 166). Photo by Buro Millennial on Pexels.com Karşınızdakinin iyi hissetmesini sağlamak sizin de birçok yönden iyi hissetmenizi ve kazançlı ilişkiler kurabilmenizi sağlar. Davranışlarınızla motive edebildiğiniz, ilham verdiğiniz insanlar gerçekleştirmek istediğiniz hedefler konusunda size daha çok yardımcı olurlar. Öyle ki, karşınızdaki kişinin bilgisini, enerjisini ve diğer kaynaklarını ortaya çıkarabilme becerinizi geliştirdikçe, sahip olduğunuz güç katlanarak artar. Gücünden faydalanabileceğiniz insanların başında öncelikle yakın çevreniz gelir, daha sonra iş ortamınızda patronunuz dahil tüm çalışma arkadaşlarınız ve son olarak da günlük hayatınızda iletişim halinde olduğunuz insanların hepsi… Bu kalabalık grubun gücünü kendi gücünüze katmak istemez misiniz? Cevap ‘evet’ ise, yapmanız gereken şey birkaç öneriye kulak vermek… İnsanın hayattaki en temel ihtiyacı ‘değerli’ olduğunu hissedebilmektir: İletişim kurduğunuz insanlarla olan ilişkilerinizde onlara sizin için önemli olduklarını hissettirin. Ölçünüz, her zaman kendi beklentileriniz olsun. Yani kendinize nasıl davranılmasını istiyorsanız, siz de başkalarına öyle davranın. Örneğin, insanları sizin için yaptıkları ufak tefek de olsa her şey için, en önemlisi işbirliği ve destek için, takdir edin. Teşekkür ederek, onların yaptıkları işten daha çok keyif almalarını sağlayın. Böylece, daha sonraları yardıma ihtiyacınız olduğunda sizin için daha çok şey yapmak isteyeceklerdir. Övgü ve onaylama konusunda cömert olun: Çevrenizdeki insanları bulduğunuz her fırsatta, samimi ve içten bir ifadeyle, yaptıkları olumlu girişimler ve elde ettikleri başarılar konusunda onayladığınızı belirtin ve övün. Böyle davranmak, öncelikle kendinizi daha iyi hissetmenizi sağlayacak; dahası, etrafınızdaki insanların tavır ve tutumlarının ne kadar olumlu yönde değiştiğini gördükçe çok şaşıracaksınız. İnsanları dikkatle dinleyin: Karşınızdaki kişinin kendini ifade etme çabasını takdir edin ve samimi bir şekilde dinleyin. Böylece, hem olan biteni anlar, hem de kişinin kendisini değerli hissetmesine katkıda bulunmuş olursunuz. Tehdit, kaş çatmak ve olumsuz sözler söylemek gibi yıkıcı tutumlardan kaçının: Belki, böylesi tutumlarla da etrafınızda işler yürüyecektir. Ancak, bu tarz bir yaklaşımla, gerek işbirliği ve yardım konusunda, gerekse işten elde edilen verim bakımından bu tür ilişkilerden çok fazla bir şey beklemeyin… SONUÇ: Hayatta besleyen ve tüketen insanlar vardır, acaba siz hangisisiniz? (Yazarı bilinmeyen bir kaynaktan adapte edilerek çevrilmiştir, Çev. Seden Tuyan) Herkesin içinde görünmeyen bir kova vardır. Bu kova gerek kendimizle, gerekse başkalarıyla ilgili neler hissettiğimizi ve kurduğumuz ilişkilerin niteliğini belirler. Hiç bir hafta boyunca sürekli olumlu olaylar yaşayıp da, etrafınızdaki tüm insanlara karşı yapıcı davrandığınızı fark ettiniz mi? Diyebiliriz ki, o anlar içinizdeki kovanın dolu olduğu anlardı… İşte, bu kova, günlük hayatta yaşanılan bir çok şeyle beslenir. Birisi sizle konuştuğunda, sizi insan yerine koyduğunda kovanızın içindeki boşluk yavaş yavaş dolmaya başlar. Hele ki, sizi isminizle yahut sevdiğiniz bir sıfatla çağırmışsa, özellikle de hoşlandığınız bir ifadeyle! Eğer bu kişi, bir de üzerinizdeki kıyafetle veya yaptığınız işle ilgili iltifat ediyorsa, kova hızla dolmaya devam eder. Karşımızdaki insanın içindeki kovayı doldurmanın milyonlarca yolu vardır. Dostça yazılmış bir mektup, onun için önemli olan bir şeyi hatırlamak, çocuklarının adını bilmek, acısını anladığını hissettirmek, yardıma ihtiyacı olduğunda el uzatmak, sohbete zaman ayırmak, ve belki en önemlisi onu yürekten dinlemek gibi… İnsanın kovası böylesine bir duygusal destekle beslendiğinde, içinden samimi ve dostça davranmak gelir. Diğer taraftan, bazı kimseler ise, sizin kovanızda biriktirdiklerinizi tüketmeye çalışırlar. Doğaldır ki, kovayı doldurmanın olduğu kadar, boşaltmanın da milyonlarca yolu vardır. Diyelim ki özel bir yemektesiniz ve aksilik bu ya, bir kase dolusu yapış yapış çikolatalı dondurmayı masanın üzerine doğru devirdiniz. Dahası hızla eriyen dondurma masa örtüsünden yanınızda oturan zarif görünümlü, şık bayanın eteğine oradan da yerdeki el dokuması halının üzerine doğru aktı. Zaten, utancınızdan yerin dibine batmış durumdasınız. Birde karşınızdaki çokbilmiş “ortalığı batırdın” demez mi?! İşte kovanızın içindekini boşaltmaya çalışan birisi… Siz hata yaptığınızı bildiğiniz halde, hatanızı yüzünüze vurmaktan çekinmeyen o “yıkıcı” tavrıyla sizi tüketmekten hiç çekinmez. Bu ve benzer durumlarda hissettiğiniz korkunç duyguların yok edici etkileri vardır. Böylece kovalar dolar ve doldukça da boşalır. Çünkü, insanlar karşısındakini tüketen bu tip davranışların nelere sebep olabileceğini asla düşünmezler. Öyle ki, kovası boş olan bir insan, “kazağın çok yakışmış” türünden bir iltifata dahi ters bir tepki verebilir. Neyse ki dolmak ve boşalmak arasındaki ikili ilişkinin anlaşılır bir sınırı vardır. Ama ya kovası delik olanlar? Bu kişiler başkalarının kovalarındakilere göz dikerek, onları rahatsız ederler. Dahası, gittikçe azalmakta olan kovalarını başkalarının kovalarından çaldıklarıyla doldurmaya çalışırlar. Oysa ki, asıl olan başkalarının kovalarını doldurmak, doldurabilmelerine yardımcı olabilmek, yani onları beslemektir. Çünkü başkalarını besleyebilen insan asla tükenmez. Aksine, içimizdeki olumlu duygular paylaştıkça çoğalır. Böylece, başkasının kovasını doldururken, kendi kovamızı da doldurmuş oluruz. Sonuç olarak, hepimiz, farklı sebeplerle,  iş karşımızdakini beslemeye gelince duraksarız. Dolayısıyla, ancak karşımızdaki insanı mutlu etmekle hissedebileceğimiz eğlence, mutluluk, doyum, başarmışlık gibi duygulardan yoksun kalmış oluruz.  KAYNAKLAR: Stein, J. S., Book, H. E. EQ Duygusal Zeka ve Başarının Sırrı, Çev. Müjde Işık, Özgür Yayınları, 2003.  http://www.imawahm.com.briantracy8.shtml http://www.inspirationalstories.com Personal Excellence TEMMUZ 2004 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan & Eray Beceren #SosyalZeka #Sosyalİlişkiler

  • Uyum Kabiliyeti ve Duygusal Zeka

    Photo by Marta Wave on Pexels.com “Ancak aptallar ve ölüler düşüncelerini hiç değiştirmezler.” – J. R. Cowell Günlük hayatımızda gelişen, farklı, belirsiz ve değişen koşullara uyum sağlayabilmek önemli bir duygusal zeka becerisidir. Uyum kabiliyeti yüksek olan kişiler, esnek ve dinamik olmalarının yanı sıra, yanlış yaptıklarını anladıkları anda fikirlerini değiştirebilen ve bu konuda farklı görüşlere açık olan bir tutum sergilerler. Oysa ki, bu beceriden yoksun olanlar, katı ve inatçı olma eğilimi taşır ve yeni durumlara kolay uyum sağlayamazlar. Da-hası, bu tür kişilerde, korku, kaygı ve değişime karşı derin bir rahatsızlık duygusu hakimdir. Dolayısıyla, olaylara geniş açılardan bakamaz ve genellikle karşılaştıkları fırsatları iyi değerlendiremezler. Yeni düşünceler konusunda muhafazakâr, esneklik  konusunda ise tedirgin davranırlar. Sonuç olarak, bu davranışın onlara hiçbir şey kazandırmayacağını bildikleri hal-de eski tutumlarına sıkı sıkıya bağlı kalırlar. Diğer yandan, esnek olmak, “gerçekçi değerlendirme” yapmakla da yakından ilgi-lidir. Kişi çevresinde olanları dikkatle okuyamıyor ve değerlendiremiyorsa, onu doğru dav-ranışa götürecek işaretleri de dolayısıyla kaçırabilir. Bir şirket yöneticisi, bir öğretmen, bir ebeveyn, bir eş, vb. yeri geldiğinde yapılan planları ve alınan kararları bir kenara bırakarak gelişen olaylar karşısında yerini alabilmelidir. Aksi halde, değişen durumun getireceği ola-nakları değerlendiremez ve başarısızlığa mahkum olur.  Uyum kabiliyeti geliştirilebilir… “Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan gölgeden çık…” Konfüçyüs Esnek davranmamak ailemizden kaynaklanan güdüsel bir hareket gibidir (Stein & Book, 2000, s.202). Çünkü insan uzun zaman boyunca gözlemlediği tavır ve düşüncelerin etkisinden kolay kolay kurtulamaz. Bu anlamda, hayatımıza şöyle bir baktığımızda çok farklı durumların uyum kabiliyeti gerektirdiğini gözlemleyebiliriz; * Günlerden Pazar…ve eşiniz kahvaltıdan sonra sinemaya gitmeyi teklif ediyor. Oysa siz kapalı ortamlardan hiç zevk almıyorsunuz. Ne de olsa Pazar günü dışarıda geçirilir… * Bugünkü yemek enginar ve siz enginarı hiç sevmezsiniz… * Bir patron olarak iş yerinizde müşterilerinizi ve çalışanları dinlemeyi zaman kaybı ola-rak görüyorsunuz. Herkesin dediğini yapmaya kalksanız bu iş nasıl yürür? * Bir öğretmen olarak öğrencilerinizin özel hayatlarını asla irdelemesiniz. Herkesin özel hayatı kendisini ilgilendirir. * Yeni evlisiniz…Eşiniz kariyer planları yapıyor ve birkaç yıl çocuk sahibi olmayı hiç düşünmüyor. Size göre çocuk evliliğin en büyük hediyesi, çocuksuz bir evlilik düşünülemez. * Bir anne olarak bebeğinizi bakıcıya emanet etmezsiniz, bakıcılara güvenilmez. * Kalın yastıkta yatmazsınız, boynunuz ağrır. * Asla gece tırnak kesmezsiniz, uğursuzluk getirir. vs. Bu tür düşünce ve davranışlar hayatınızda değişik sorunlar ve kısıtlamalar yaratır. Dolayısıyla, çok farklı sebeplerden dolayı mutsuz, doyumsuz, aksi, sabit fikirli bir tutum içerisinde hayatın size sunduğu sonsuz seçeneklerin tadına varamamış olursunuz. Oysa ki hayattan daha çok zevk alabilmenin anahtarı sık sık yüz yüze geldiğimiz bu tür sorunlara karşı daha esnek bir bakış açısı geliştirebilmek ve böylece bizleri zor durumda bırakan düşünce ve davranış kalıplarını değiştirebilmektir. Kayınvalidesi ile Geçinemeyen Gelin…  Bir gelin kayınvalidesiyle hiç geçinemezmiş. Araları o kadar kötüymüş ki gelin aktara giderek durumu anlatmış: “Onu mutlaka zehirlemeliyim, ama bana öyle bir zehir ver ki, kimse fark etmesin.” Yaşlı aktar geline bir toz vermiş. “Bunu her gün yemeğine çok az karıştır. Fakat aranı çok düzgün tut, gülümse iyi davran ki kimse senden şüphelenmesin” demiş. Kızgın gelin kaynanasının her yemeğine muntazaman o beyaz tozdan karıştırıp, bir ay ömrü kalan kaynanasına çok iyi davranmaya başlamış. Aradan bir ay geçince gelin tekrar aktara gelmiş ve; “…bu zehrin panzehirini istiyorum. Zehirlediğimi anlamasın diye kayınvalideme farklı davranmaya, gülümsemeye ve saygı göstermeye başladım. Bu sefer onun da bana tavrı değişti, çok iyi bir insan oldu. Şimdi benim en iyi dostum. Onun ölmesine müsaade edemem” demiş. Bunun üzerine yaşlı aktar cevap vermiş: “Panzehire ihtiyaç yok. Sana verdiğim zehir sadece tuzdu. O bir parça tuz şimdiye kadar kaç kişinin arasını düzeltti anlatamam.” (Anonim) İçsel Konuşma Bizleri işe yaramayan, eski düşünce kalıplarımıza bağlayan en önemli etken, mücadele etmeyi başaramadığımız içsel konuşmalarımızdır. Hikayedeki gelini kayınvalidesini öldürebilecek kadar kızdırabilen içsel konuşması  belki biraz abartılıdır ancak gelinin aktardan aldığı zehir sayesinde içsel konuşmasını bastırabilmesi, aldığı karar gereği kayınvalidesine iyi davrandığında değişimin doğal olarak gerçekleştiğini ve ilişkinin iyiye gittiğini görmesi, düşünce ve davranışlarımız konusunda esnek olabilmenin ne kadar olumlu sonuçlar doğurabileceğine güzel bir örnektir. Zira içsel konuşmamızın zararlı etkileriyle mücadele etmeyi başardığımızda, durumları henüz ortaya çıkarken gözlemleme ve çabamızın ne kadar işe yaradığını fark etme imkanı buluruz. İşte böyle bir durumda yapıcı davranamıyorsak, mutlaka gözden kaçan bir içsel konuşma vardır (Stein & Book, 2000). Neler Yapmalı? “Uyum küçük şeylerin büyümesini sağlar. Uyumsuzluk ise büyük şeylerin yok olmasına neden olur.” Sallust Uyum kabiliyeti geliştirilebilir. Bu bakımdan öncelikle kişinin mutsuzluk yaratan durumları çözebilmek amacıyla “esnek olmak” konusunda kendisini eğitmesi gereklidir. Bura-da en çok dikkat edilmesi gereken nokta olayları gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendire-bilmektir. Çünkü  çevresinde olanları gerçekçi bir gözle değerlendiremeyen kişiler yeni oluşumlara uyum sağlamakta zorlanırlar. Bunun yanı sıra, Duygusal Zeka araştırmacısı Claus Moller’in (2000) uyum sağlama kabiliyetini geliştirebilmek konusunda bazı önerileri var; * Değişimi, yeni fikir ve yaklaşımları memnuniyetle karşılamayı öğrenin. * Veriler yanıldığınızı gösteriyorsa görüş açınızı değiştirmeye hazır olun. * Alışılmış iş yapma tarzınız işe yaramıyorsa, stratejinizi değiştirin ve daha iyi bir yol bulun. * Koşullar sizi zorlamadan önce değişmeyi öğrenin. Değişime zorlandığınız zaman genelde çok geç olur. * Aynı olay veya problemi farklı şekillerde ele almaya çalışın. * Değişimi yeni şeyler öğrenmek ve gelişmek için bir fırsat olarak görün. * Sizden farklı olan insanları (değişik kültürlerden gelen, farklı geçmişlere, deneyimlere ve tutumlara sahip  insanlar, vs.) anlamayı ve hoş görmeyi öğrenin; * Günlük yaşantınızda daha fazla çeşitlilik yaratın. Örneğin, işe gidip gelirken farklı bir yol seçin. Yeni yerler ziyaret edin. * Yeni insanlarla tanışın. Yeni beceriler edinin. Farklı tarzda tatiller yapın, vs. * Çok işlevli bir çalışan olun. Farklı işlev ve görevler üstlenin. Eğer mümkünse şirketinizin farklı departman ve takımlarında görev almaya çalışın. Başkalarının nasıl çalıştıklarını, öncelikler belirlediklerini ve işlev gösterdiklerini araştırın. KAYNAKLAR Goleman, D. İşbaşında Duygusal Zeka, Çeviri; Varlık Yayınları, 1998. Stein, J. S., Book, H. E. EQ-Duygusal Zeka ve Başarının Sırrı, Çeviri; Müjde   Işık, 2003, Özgür Yayınları. Claus Moller, Heart Work, TMI, 2000 Personal Excellence HAZİRAN 2005 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan & Eray Beceren #uyum #uyumkabiliyeti

  • Uyum Kabiliyeti ve Duygusal Zeka

    Photo by Marta Wave on Pexels.com “Ancak aptallar ve ölüler düşüncelerini hiç değiştirmezler.” – J. R. Cowell Günlük hayatımızda gelişen, farklı, belirsiz ve değişen koşullara uyum sağlayabilmek önemli bir duygusal zeka becerisidir. Uyum kabiliyeti yüksek olan kişiler, esnek ve dinamik olmalarının yanı sıra, yanlış yaptıklarını anladıkları anda fikirlerini değiştirebilen ve bu konuda farklı görüşlere açık olan bir tutum sergilerler. Oysa ki, bu beceriden yoksun olanlar, katı ve inatçı olma eğilimi taşır ve yeni durumlara kolay uyum sağlayamazlar. Da-hası, bu tür kişilerde, korku, kaygı ve değişime karşı derin bir rahatsızlık duygusu hakimdir. Dolayısıyla, olaylara geniş açılardan bakamaz ve genellikle karşılaştıkları fırsatları iyi değerlendiremezler. Yeni düşünceler konusunda muhafazakâr, esneklik  konusunda ise tedirgin davranırlar. Sonuç olarak, bu davranışın onlara hiçbir şey kazandırmayacağını bildikleri hal-de eski tutumlarına sıkı sıkıya bağlı kalırlar. Diğer yandan, esnek olmak, “gerçekçi değerlendirme” yapmakla da yakından ilgi-lidir. Kişi çevresinde olanları dikkatle okuyamıyor ve değerlendiremiyorsa, onu doğru dav-ranışa götürecek işaretleri de dolayısıyla kaçırabilir. Bir şirket yöneticisi, bir öğretmen, bir ebeveyn, bir eş, vb. yeri geldiğinde yapılan planları ve alınan kararları bir kenara bırakarak gelişen olaylar karşısında yerini alabilmelidir. Aksi halde, değişen durumun getireceği ola-nakları değerlendiremez ve başarısızlığa mahkum olur.  Uyum kabiliyeti geliştirilebilir… “Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan gölgeden çık…” Konfüçyüs Esnek davranmamak ailemizden kaynaklanan güdüsel bir hareket gibidir (Stein & Book, 2000, s.202). Çünkü insan uzun zaman boyunca gözlemlediği tavır ve düşüncelerin etkisinden kolay kolay kurtulamaz. Bu anlamda, hayatımıza şöyle bir baktığımızda çok farklı durumların uyum kabiliyeti gerektirdiğini gözlemleyebiliriz; * Günlerden Pazar…ve eşiniz kahvaltıdan sonra sinemaya gitmeyi teklif ediyor. Oysa siz kapalı ortamlardan hiç zevk almıyorsunuz. Ne de olsa Pazar günü dışarıda geçirilir… * Bugünkü yemek enginar ve siz enginarı hiç sevmezsiniz… * Bir patron olarak iş yerinizde müşterilerinizi ve çalışanları dinlemeyi zaman kaybı ola-rak görüyorsunuz. Herkesin dediğini yapmaya kalksanız bu iş nasıl yürür? * Bir öğretmen olarak öğrencilerinizin özel hayatlarını asla irdelemesiniz. Herkesin özel hayatı kendisini ilgilendirir. * Yeni evlisiniz…Eşiniz kariyer planları yapıyor ve birkaç yıl çocuk sahibi olmayı hiç düşünmüyor. Size göre çocuk evliliğin en büyük hediyesi, çocuksuz bir evlilik düşünülemez. * Bir anne olarak bebeğinizi bakıcıya emanet etmezsiniz, bakıcılara güvenilmez. * Kalın yastıkta yatmazsınız, boynunuz ağrır. * Asla gece tırnak kesmezsiniz, uğursuzluk getirir. vs. Bu tür düşünce ve davranışlar hayatınızda değişik sorunlar ve kısıtlamalar yaratır. Dolayısıyla, çok farklı sebeplerden dolayı mutsuz, doyumsuz, aksi, sabit fikirli bir tutum içerisinde hayatın size sunduğu sonsuz seçeneklerin tadına varamamış olursunuz. Oysa ki hayattan daha çok zevk alabilmenin anahtarı sık sık yüz yüze geldiğimiz bu tür sorunlara karşı daha esnek bir bakış açısı geliştirebilmek ve böylece bizleri zor durumda bırakan düşünce ve davranış kalıplarını değiştirebilmektir. Kayınvalidesi ile Geçinemeyen Gelin…  Bir gelin kayınvalidesiyle hiç geçinemezmiş. Araları o kadar kötüymüş ki gelin aktara giderek durumu anlatmış: “Onu mutlaka zehirlemeliyim, ama bana öyle bir zehir ver ki, kimse fark etmesin.” Yaşlı aktar geline bir toz vermiş. “Bunu her gün yemeğine çok az karıştır. Fakat aranı çok düzgün tut, gülümse iyi davran ki kimse senden şüphelenmesin” demiş. Kızgın gelin kaynanasının her yemeğine muntazaman o beyaz tozdan karıştırıp, bir ay ömrü kalan kaynanasına çok iyi davranmaya başlamış. Aradan bir ay geçince gelin tekrar aktara gelmiş ve; “…bu zehrin panzehirini istiyorum. Zehirlediğimi anlamasın diye kayınvalideme farklı davranmaya, gülümsemeye ve saygı göstermeye başladım. Bu sefer onun da bana tavrı değişti, çok iyi bir insan oldu. Şimdi benim en iyi dostum. Onun ölmesine müsaade edemem” demiş. Bunun üzerine yaşlı aktar cevap vermiş: “Panzehire ihtiyaç yok. Sana verdiğim zehir sadece tuzdu. O bir parça tuz şimdiye kadar kaç kişinin arasını düzeltti anlatamam.” (Anonim) İçsel Konuşma Bizleri işe yaramayan, eski düşünce kalıplarımıza bağlayan en önemli etken, mücadele etmeyi başaramadığımız içsel konuşmalarımızdır. Hikayedeki gelini kayınvalidesini öldürebilecek kadar kızdırabilen içsel konuşması  belki biraz abartılıdır ancak gelinin aktardan aldığı zehir sayesinde içsel konuşmasını bastırabilmesi, aldığı karar gereği kayınvalidesine iyi davrandığında değişimin doğal olarak gerçekleştiğini ve ilişkinin iyiye gittiğini görmesi, düşünce ve davranışlarımız konusunda esnek olabilmenin ne kadar olumlu sonuçlar doğurabileceğine güzel bir örnektir. Zira içsel konuşmamızın zararlı etkileriyle mücadele etmeyi başardığımızda, durumları henüz ortaya çıkarken gözlemleme ve çabamızın ne kadar işe yaradığını fark etme imkanı buluruz. İşte böyle bir durumda yapıcı davranamıyorsak, mutlaka gözden kaçan bir içsel konuşma vardır (Stein & Book, 2000). Neler Yapmalı? “Uyum küçük şeylerin büyümesini sağlar. Uyumsuzluk ise büyük şeylerin yok olmasına neden olur.” Sallust Uyum kabiliyeti geliştirilebilir. Bu bakımdan öncelikle kişinin mutsuzluk yaratan durumları çözebilmek amacıyla “esnek olmak” konusunda kendisini eğitmesi gereklidir. Bura-da en çok dikkat edilmesi gereken nokta olayları gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendire-bilmektir. Çünkü  çevresinde olanları gerçekçi bir gözle değerlendiremeyen kişiler yeni oluşumlara uyum sağlamakta zorlanırlar. Bunun yanı sıra, Duygusal Zeka araştırmacısı Claus Moller’in (2000) uyum sağlama kabiliyetini geliştirebilmek konusunda bazı önerileri var; * Değişimi, yeni fikir ve yaklaşımları memnuniyetle karşılamayı öğrenin. * Veriler yanıldığınızı gösteriyorsa görüş açınızı değiştirmeye hazır olun. * Alışılmış iş yapma tarzınız işe yaramıyorsa, stratejinizi değiştirin ve daha iyi bir yol bulun. * Koşullar sizi zorlamadan önce değişmeyi öğrenin. Değişime zorlandığınız zaman genelde çok geç olur. * Aynı olay veya problemi farklı şekillerde ele almaya çalışın. * Değişimi yeni şeyler öğrenmek ve gelişmek için bir fırsat olarak görün. * Sizden farklı olan insanları (değişik kültürlerden gelen, farklı geçmişlere, deneyimlere ve tutumlara sahip  insanlar, vs.) anlamayı ve hoş görmeyi öğrenin; * Günlük yaşantınızda daha fazla çeşitlilik yaratın. Örneğin, işe gidip gelirken farklı bir yol seçin. Yeni yerler ziyaret edin. * Yeni insanlarla tanışın. Yeni beceriler edinin. Farklı tarzda tatiller yapın, vs. * Çok işlevli bir çalışan olun. Farklı işlev ve görevler üstlenin. Eğer mümkünse şirketinizin farklı departman ve takımlarında görev almaya çalışın. Başkalarının nasıl çalıştıklarını, öncelikler belirlediklerini ve işlev gösterdiklerini araştırın. KAYNAKLAR Goleman, D. İşbaşında Duygusal Zeka, Çeviri; Varlık Yayınları, 1998. Stein, J. S., Book, H. E. EQ-Duygusal Zeka ve Başarının Sırrı, Çeviri; Müjde   Işık, 2003, Özgür Yayınları. Claus Moller, Heart Work, TMI, 2000 Personal Excellence HAZİRAN 2005 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan & Eray Beceren #uyum #uyumkabiliyeti

  • Kişisel Bütünlük ve Duygusal Zekâ

    Photo by Jonathan Borba on Pexels.com Boya Fırçası Fırçam hep yanımdadır. Gittiğim bir yerde kendimi Gizlemem gerekebilir diye… Size gerçek beni göstermekten Çok korkuyorum. Yapacaklarınızdan korkuyorum- Belki güler, belki kaba şeyler söylersiniz. Sizi kaybetmekten korkuyorum. Aslında kendimi gizlemek değil, Size gerçek beni göstermek istiyorum. Ama anlamaya çalışmanızı da istiyorum, Gördüğünüz ne ise; Onu kabul etmenize ihtiyacım var. Eğer sabırlı olur ve gözlerinizi kaparsanız, Üzerime sürdüğüm bütün boyaları silerim … (Betty B. Youngs) Diğer insanlarla birlikteyken zaman zaman bazı olumsuz duyguların kontrolüne gireriz. Bu duyguların nereden geldiğini -kendimize bile- açıklayamadığımız gibi en yakınlarımızla bile paylaşamaz ve çoğu zaman kendimize saklamayı tercih ederiz. Eğer kendimizi biraz tanıyorsak bu duyguların çoğunun korku ve kaygı kaynaklı olduğunu fark edebiliriz, ancak genellikle bu tip duygularla yüzleşmeyi arzu etmeyiz. Böylesi durumlarda, özellikle zayıf ya da farklı olan yönlerimizi gizlemeye çalışır, tıpkı bir boya fırçasıyla hoşa gitmeyen ayrıntıların üstünü örter gibi gerçek kişiliğimizi yansıtmayan bazı tutumlar sergileyebiliriz. Aslında bu durum kişisel bir “tedirginlik” halidir ve son derece rahatsız edici boyutlara ulaşabilir. Ancak, çoğu kez bu tedirginliğimizi maskelemeyi başarabildiğimizden diğer insanlar neler yaşadığımızı fark etmeyebilirler. Bu tip duyguların temel nedeni reddedilme, küçük görülme ya da hata yaparak diğer insanların onayını yitirmek gibi kaygılarla ilişkilidir ve kökeni çocukluk dönemlerinde yaşanılan bazı olumsuz ana-baba tutumlarına dayanır. Çocuk, özellikle ebeveynlerinin kendisini farklı bir birey olarak algılamadıklarını, bireyselleşmesini engellediklerini fark ettikçe kendisini yalnız ve çaresiz hisseder. Aslında kızgındır, fakat ana-babasının onayını kaybedeceği korkusuyla bu kızgınlığı da açık bir şekilde yaşayamaz ve ifade edemez. Hissettiklerinin aksine, kızgınlıklarını bastırır, ne var ki asla ortadan kaldıramaz ve özellikle ana-babası kendisine iyi davrandığı zamanlarda derin bir suçluluk hissine kapılır (Geçtan, 2000). İşte böylesi bir onaylanma ihtiyacı, hatalı davrandığına dair kaygılar, kendisine verilen değere layık olmadığı hissi ve bu tür duyguların yarattığı ruh haliyle kişi, çocukluk döneminden itibaren -kendisi için hiç de anlamlı olmayan bir hayatı- gerçekleştirme çabası içine girer. Doğrusu, yaşananlar bir kısır döngüden ibarettir… Duygular maskelenir, zor anlar atlatılır, ama kişi ne olursa olsun bu tip durumlarda kişisel bütünlüğüne verdiği zararı telafi edemez. Kısacası, kendiyle baş başa kaldığı zamanlarda adeta kendinden utanır, benlik saygısı ve öz-değeri gittikçe azalır, ve kendine yabancılaşmaya başlar. “Sinsice yaşanılan bu duygular, insanların bize, bizim de onlara ulaşabilmemizi engeller. Çünkü onlar gerçek bizi değil, gösterdiğimiz yanlarımızı kabul ederler. Sonunda, kabul edilen gerçek benliğimiz olmadığından, kendimizi de kabul edilmiş hissetmeyiz” ( Geçtan, 2000, s. 53). Öte yandan, başkalarının onayı olmadan mutlu olamayacağını düşünerek yaşamaya çalışmak rotasını asla kendimiz belirleyemeyeceğimiz bir gemiyi kullanmaya benzer. Kaptanı olamadığımız bir gemiyle ancak başkalarının belirlediği yönlere yol alabiliriz. Kendi seçtiğimiz hayatı yaşamak ve kendimizi gerçekleştirebilmek konusunda da durum böyledir. Bu tarz bir yaklaşımla, ortaya koyamadığımız yaşam ideallerimizi sürekli içimize bastırarak kendimizi adeta zehirler, hayatımızı bir filmi dışardan izler gibi izlemek zorunda kalırız. Dahası, başkalarının yönlendirmeleriyle yaşamak yapıcı ve yaratıcı eğilimlerin kapalı tutulmasına neden olarak yaşam potansiyelimizin düşmesine ve kapasitemizin altında bir performans sergilememize neden olur. “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.” Mevlana “Kişisel bütünlük” Duygusal Zekanın temel taşlarından biri olan Öz bilincin kalesi gibidir. Bu bakımdan, kişisel bütünlük sahibi olmak kendimizle ilgili olarak algıladığımız özelliklerimizi hayatımızın her noktasında gerçekleştirebilmeyi gerektirir. Örneğin, kişi kendisini “sorumluluk sahibi” olarak algılıyor ancak yeri geldiğinde sorumluluk almaktan kaçıyor veya sorumsuz davranışlarda bulunuyorsa kendi kendisiyle olan ilişkisinde bir tutarsızlık var demektir. Kişisel bütünlük temel olarak üç düzeyde gerçekleşir (Cüceloğlu,1999): Özü sözü doğru olmak: Bu düzeyde kişi iç dünyasının farkında olmaya özen gösterir. Niyetinin yani -bir şeyi niçin söylemek veya yapmak istediğinin- bilincindedir. Bu sebeple, ağzından çıkan sözlerin duygu ve düşünceleriyle çelişmemesine özen gösterir. İç dünyasını yok sayan konuşmalar yapmaz ve farkında olduğu her şeyi hesaba katarak, bilinçli bir şekilde davranır. Değerler ve İlkelerle Ahenk İçinde Yaşamak: Bu düzeyde kişi iç dünyasında yaşattığı duygu ve düşünceleri gözlemleyerek sevgi, vicdan, hizmet, onura saygı gibi temel değer ve ilkelerle ahenk içinde tutmaya özen gösterir. Diğer bir deyişle, kişisel bütünlüğünün gerektirdiği bir takım düşünce ve davranışları süzgeçten geçirerek iç dünyasına ve algılarına bilinçli bir şekilde müdahale edebilecek bir yetkinlik kazanır. Böylece bilincinde o değeri yaşar hale getirir. Örneğin, kızgınlığımızı sert sözlerle ortaya koymak kişisel bütünlüğümüzün gereği olabilir ancak karşımızdakinin onurunu korumak gibi temel bir değeri yaşatabilmek amacıyla onu incitmeden uyarmaya yöneliriz. Bir Duruş içinde Olmak: Bu düzeyde kastedilen gelecekte yaratılmak istenen bir olanağa kendini adamak ve bu olanağı yaşatma sorumluluğunu üstlenmektir. Böylesi bir anlayış belirlenen hedefler doğrultusunda plan yapmak, kişisel bütünlüğünü zedelemeden o plana uymak ve yine bu doğrultuda çıkabilecek eksiklikleri gidermek gibi sorumlulukları beraberinde getirir. Sonuç olarak; kişisel bütünlük sahibi olmak kendi değerlerine ve gücüne inanmayı gerektirir. Buna bağlı olarak -asıl olan- kendimizi dürüst ve açık bir şekilde ortaya koyabilme yürekliliğini gösterebilmektir. Bizimle aynı fikirde olmayan insanların olması da son derece doğaldır. Fakat, durumu kıyasıya bir savaş olarak algılamak ve bu savaşı kazanmaya çalışmak, yahut baştan pes ederek başkalarını haklı kabul etmek verimsiz alternatiflerdir. Bunun yerine, bu tür durumlarda insanlarla sevgiyle baş etmemizi ve kendi sınırlarımızı netleştirmemizi sağlayacak kişisel yöntemler geliştirmek en etkili çözüm olacaktır. KAYNAKLAR: CÜCELOĞLU, D.,Savaşçı,Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999. GEÇTAN, E., İnsan Olmak, 21. Basım, Remzi Kitapevi, 2000. CANFIELD, J., HANSEN, M. V. & KIRBERGER, K., Tavuk Suyuna Çorba, Çeviri; Serap Katlan, HYB Yayıncılık, 1999. Personal Excellence TEMMUZ 2004 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan & Eray Beceren #ÖzBilinç #kişiselbütünlük

  • Kişisel Bütünlük ve Duygusal Zekâ

    Photo by Jonathan Borba on Pexels.com Boya Fırçası Fırçam hep yanımdadır. Gittiğim bir yerde kendimi Gizlemem gerekebilir diye… Size gerçek beni göstermekten Çok korkuyorum. Yapacaklarınızdan korkuyorum- Belki güler, belki kaba şeyler söylersiniz. Sizi kaybetmekten korkuyorum. Aslında kendimi gizlemek değil, Size gerçek beni göstermek istiyorum. Ama anlamaya çalışmanızı da istiyorum, Gördüğünüz ne ise; Onu kabul etmenize ihtiyacım var. Eğer sabırlı olur ve gözlerinizi kaparsanız, Üzerime sürdüğüm bütün boyaları silerim …                                      (Betty B. Youngs) Diğer insanlarla birlikteyken zaman zaman bazı olumsuz duyguların kontrolüne gireriz. Bu duyguların nereden geldiğini -kendimize bile- açıklayamadığımız gibi  en yakınlarımızla bile paylaşamaz ve çoğu zaman kendimize saklamayı tercih ederiz. Eğer kendimizi biraz tanıyorsak bu duyguların çoğunun korku ve kaygı kaynaklı olduğunu fark edebiliriz, ancak genellikle bu tip duygularla yüzleşmeyi arzu etmeyiz. Böylesi durumlarda, özellikle zayıf ya da farklı olan yönlerimizi gizlemeye çalışır, tıpkı bir boya fırçasıyla hoşa gitmeyen ayrıntıların üstünü örter gibi gerçek kişiliğimizi yansıtmayan bazı tutumlar sergileyebiliriz.         Aslında bu durum kişisel bir “tedirginlik” halidir ve son derece rahatsız edici boyutlara ulaşabilir. Ancak, çoğu kez bu tedirginliğimizi maskelemeyi başarabildiğimizden diğer insanlar neler yaşadığımızı fark etmeyebilirler. Bu tip duyguların temel nedeni reddedilme, küçük görülme ya da hata yaparak diğer insanların onayını yitirmek gibi kaygılarla ilişkilidir ve kökeni çocukluk dönemlerinde yaşanılan bazı olumsuz ana-baba tutumlarına dayanır. Çocuk, özellikle ebeveynlerinin kendisini farklı bir birey olarak algılamadıklarını, bireyselleşmesini engellediklerini fark ettikçe kendisini yalnız ve çaresiz hisseder. Aslında kızgındır, fakat ana-babasının onayını kaybedeceği korkusuyla bu kızgınlığı da açık bir şekilde yaşayamaz ve ifade edemez. Hissettiklerinin aksine, kızgınlıklarını bastırır, ne var ki asla ortadan kaldıramaz ve özellikle ana-babası kendisine iyi davrandığı zamanlarda derin bir suçluluk hissine kapılır (Geçtan, 2000). İşte böylesi bir onaylanma ihtiyacı, hatalı davrandığına dair kaygılar, kendisine verilen değere layık olmadığı hissi ve bu tür duyguların yarattığı ruh haliyle kişi, çocukluk döneminden itibaren -kendisi için hiç de anlamlı olmayan bir hayatı- gerçekleştirme çabası içine girer. Doğrusu, yaşananlar bir kısır döngüden ibarettir… Duygular maskelenir, zor anlar atlatılır, ama kişi ne olursa olsun bu tip durumlarda kişisel bütünlüğüne verdiği zararı telafi edemez. Kısacası, kendiyle baş başa kaldığı zamanlarda adeta kendinden utanır, benlik saygısı ve öz-değeri gittikçe azalır, ve kendine yabancılaşmaya başlar. “Sinsice yaşanılan bu duygular, insanların bize, bizim de onlara ulaşabilmemizi engeller. Çünkü onlar gerçek bizi değil, gösterdiğimiz yanlarımızı kabul ederler. Sonunda, kabul edilen gerçek benliğimiz olmadığından, kendimizi de kabul edilmiş hissetmeyiz” ( Geçtan, 2000, s. 53). Öte yandan, başkalarının onayı olmadan mutlu olamayacağını düşünerek yaşamaya çalışmak rotasını asla kendimiz belirleyemeyeceğimiz bir gemiyi kullanmaya benzer. Kaptanı olamadığımız bir gemiyle ancak başkalarının belirlediği yönlere yol alabiliriz. Kendi seçtiğimiz hayatı yaşamak ve kendimizi gerçekleştirebilmek konusunda da durum böyledir. Bu tarz bir yaklaşımla, ortaya koyamadığımız yaşam ideallerimizi sürekli içimize bastırarak kendimizi adeta zehirler, hayatımızı bir filmi dışardan izler gibi izlemek zorunda kalırız. Dahası, başkalarının yönlendirmeleriyle yaşamak yapıcı ve yaratıcı eğilimlerin kapalı tutulmasına neden olarak yaşam potansiyelimizin düşmesine ve kapasitemizin altında bir performans sergilememize neden olur. “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.” Mevlana “Kişisel bütünlük” Duygusal Zekanın temel taşlarından biri olan Öz bilincin kalesi gibidir. Bu bakımdan, kişisel bütünlük sahibi olmak kendimizle ilgili olarak algıladığımız özelliklerimizi hayatımızın her noktasında gerçekleştirebilmeyi gerektirir. Örneğin, kişi kendisini “sorumluluk sahibi” olarak algılıyor ancak yeri geldiğinde sorumluluk almaktan kaçıyor veya sorumsuz davranışlarda bulunuyorsa kendi kendisiyle olan ilişkisinde bir tutarsızlık var demektir. Kişisel bütünlük temel olarak üç düzeyde gerçekleşir (Cüceloğlu,1999): Özü sözü doğru olmak: Bu düzeyde kişi iç dünyasının farkında olmaya özen gösterir. Niyetinin yani -bir şeyi niçin söylemek veya yapmak istediğinin- bilincindedir. Bu sebeple, ağzından çıkan sözlerin duygu ve düşünceleriyle çelişmemesine özen gösterir. İç dünyasını yok sayan konuşmalar yapmaz ve farkında olduğu her şeyi hesaba katarak, bilinçli bir şekilde davranır. Değerler ve İlkelerle Ahenk İçinde Yaşamak: Bu düzeyde kişi iç dünyasında yaşattığı duygu ve düşünceleri gözlemleyerek sevgi, vicdan, hizmet, onura saygı gibi temel değer ve ilkelerle ahenk içinde tutmaya özen gösterir. Diğer bir deyişle, kişisel bütünlüğünün gerektirdiği bir takım düşünce ve davranışları süzgeçten geçirerek iç dünyasına ve algılarına bilinçli bir şekilde müdahale edebilecek bir yetkinlik kazanır. Böylece bilincinde o değeri yaşar hale getirir. Örneğin, kızgınlığımızı sert sözlerle ortaya koymak kişisel bütünlüğümüzün gereği olabilir ancak karşımızdakinin onurunu korumak gibi temel bir değeri yaşatabilmek amacıyla onu incitmeden uyarmaya yöneliriz. Bir Duruş içinde Olmak: Bu düzeyde kastedilen gelecekte yaratılmak istenen bir olanağa kendini adamak ve bu olanağı yaşatma sorumluluğunu üstlenmektir. Böylesi bir anlayış belirlenen hedefler doğrultusunda plan yapmak, kişisel bütünlüğünü zedelemeden o plana uymak ve yine bu doğrultuda çıkabilecek eksiklikleri gidermek gibi sorumlulukları beraberinde getirir. Sonuç olarak; kişisel bütünlük sahibi olmak kendi değerlerine ve gücüne inanmayı gerektirir. Buna bağlı olarak -asıl olan- kendimizi dürüst ve açık bir şekilde ortaya koyabilme yürekliliğini gösterebilmektir. Bizimle aynı fikirde olmayan insanların olması da son derece doğaldır.  Fakat, durumu kıyasıya bir savaş olarak algılamak ve bu savaşı kazanmaya çalışmak, yahut baştan pes ederek başkalarını haklı  kabul etmek verimsiz alternatiflerdir. Bunun yerine, bu tür durumlarda insanlarla sevgiyle baş etmemizi ve kendi sınırlarımızı netleştirmemizi sağlayacak kişisel yöntemler geliştirmek en etkili çözüm olacaktır. KAYNAKLAR: CÜCELOĞLU, D.,Savaşçı,Sistem Yayıncılık, İstanbul, 1999. GEÇTAN, E., İnsan Olmak, 21. Basım, Remzi Kitapevi, 2000. CANFIELD, J., HANSEN, M. V. & KIRBERGER, K., Tavuk Suyuna Çorba, Çeviri; Serap Katlan, HYB Yayıncılık, 1999. Personal Excellence TEMMUZ 2004 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan & Eray Beceren #ÖzBilinç #kişiselbütünlük

  • Eleştiriye Açık mısınız?

    Photo by Christina Morillo on Pexels.com Varlıklı ailenin oğlu yurtdışında eğitimini tamamlayarak ülkeye döner. Çok iyi okullarda eğitim aldığı için çok yüksek makam ve ilgi beklentisi vardır. Aile şirketleri dışında bir iş arayışına girer ve babanın referansı ile bir işe girer. Makam ve ilgi beklentisi yüksek olduğundan dolayı girdiği şirkette mutlu olamaz ve iyi ilişkiler kuramaz. Bir başka iş yerine girer. Orada da olmaz. Bir diğerinde de olmayınca, aile şirketinde çalışmaya başlar. Diğer şirketlerde başarısız olmasının (kendisi bunu zaten başarısızlık olarak görmemektedir) nedenini ise şöyle açıklar: “beni anlamadılar, kıymetimi bilemediler” Ona göre o iş hayatında başarı için her şeyi okulda öğrenmiştir. Öğrenilecek, eleştirilecek ve geliştirilecek hiç bir şey yoktur. Konu gene dönüp dolaşıp “öz değerlendirme” konusuna geliyor. Goleman öz değerlendirme ile ilgili şunları söylüyor. “Öz bilinci yüksek olan bireyler, genellikle kısıtlı ve güçlü yönlerini bilirler. Geliştirmeleri gereken yönlerini öğrenir ve yapıcı eleştiriyle geribildirimi hoş karşılarlar. İsabetli öz değerlendirme, bireyin ne zaman yardım isteyeceğini ve yeni güçleri geliştirirken nereye odaklanacağını bilmesini sağlar.” Özdeğerlendirme konusunda konuşurken en sık kullandığım ve sevdiğim yaklaşım “Johari Penceresi”dir. Buna göre kişin kendini tanıma anlamında 4 alanı vardır. “Açık alan, gizli alan, kör alan, bilinmeyen alan” Sözünü ettiğimiz gencin “kör alanı” ile ilgili sorunları var. Kör Alan, sizin kendinizle ilgili farkında olmadığınız, bilmediğiniz, fakat karşınızdaki insanların bildiği, farkında olduğu tutum, nitelik ve davranışlarınızdır. Karşınızdaki insanlar kolaylıkla bu hususları size söyleyemezler. Bunun bir çok nedeni olabilir ama en önemlisi karşımızdaki kişi üzülmesin kırılmasın diye bunu yapmayız. Diğer taraftan da insanları eleştiri konusunda çok açık ve hoşgörülü olmadıklarına inanırız. Ancak “kör alanı” açabilmek “içtenlikle yapılan geribildirim” ve “etkin eleştiri” ile mümkün olacaktır. Goleman’ın aldığımız eleştiriden yararlanmak için bazı önerileri var. * Eleştiriden öğrenebileceğiniz bazı şeylerin olduğunu kabul edin, * Bir şey söylemeden önce dikkatle dinleyin, * Duygularınızı dinleyin, * Yaptıklarınızın sorumluluğundan kaçmayın, * Kendinizi savunmaya geçmeyin, * Bütün dinleme filtrelerini kapatın. #ÖzDeğerlendirme #Eleştiri #GeriBildirim #JohariPenceresi

  • Eleştiriye Açık mısınız?

    Photo by Christina Morillo on Pexels.com Varlıklı ailenin oğlu yurtdışında eğitimini tamamlayarak ülkeye döner. Çok iyi okullarda eğitim aldığı için çok yüksek makam ve ilgi beklentisi vardır. Aile şirketleri dışında bir iş arayışına girer ve babanın referansı ile bir işe girer. Makam ve ilgi beklentisi yüksek olduğundan dolayı girdiği şirkette mutlu olamaz ve iyi ilişkiler kuramaz. Bir başka iş yerine girer. Orada da olmaz. Bir diğerinde de olmayınca, aile şirketinde çalışmaya başlar. Diğer şirketlerde başarısız olmasının (kendisi bunu zaten başarısızlık olarak görmemektedir) nedenini ise şöyle açıklar: “beni anlamadılar, kıymetimi bilemediler” Ona göre o iş hayatında başarı için her şeyi okulda öğrenmiştir. Öğrenilecek, eleştirilecek ve geliştirilecek hiç bir şey yoktur. Konu gene dönüp dolaşıp “öz değerlendirme” konusuna geliyor. Goleman öz değerlendirme ile ilgili şunları söylüyor. “Öz bilinci yüksek olan bireyler, genellikle kısıtlı ve güçlü yönlerini bilirler. Geliştirmeleri gereken yönlerini öğrenir ve yapıcı eleştiriyle geribildirimi hoş karşılarlar. İsabetli öz değerlendirme, bireyin ne zaman yardım isteyeceğini ve yeni güçleri geliştirirken nereye odaklanacağını bilmesini sağlar.” Özdeğerlendirme konusunda konuşurken en sık kullandığım ve sevdiğim yaklaşım “Johari Penceresi”dir. Buna göre kişin kendini tanıma anlamında 4 alanı vardır. “Açık alan, gizli alan, kör alan, bilinmeyen alan” Sözünü ettiğimiz gencin “kör alanı” ile ilgili sorunları var. Kör Alan, sizin kendinizle ilgili farkında olmadığınız, bilmediğiniz, fakat karşınızdaki insanların bildiği, farkında olduğu tutum, nitelik ve davranışlarınızdır. Karşınızdaki insanlar kolaylıkla bu hususları size söyleyemezler. Bunun bir çok nedeni olabilir ama en önemlisi karşımızdaki kişi üzülmesin kırılmasın diye bunu yapmayız. Diğer taraftan da insanları eleştiri konusunda çok açık ve hoşgörülü olmadıklarına inanırız. Ancak “kör alanı” açabilmek “içtenlikle yapılan geribildirim” ve “etkin eleştiri” ile mümkün olacaktır. Goleman’ın aldığımız eleştiriden yararlanmak için bazı önerileri var. * Eleştiriden öğrenebileceğiniz bazı şeylerin olduğunu kabul edin, * Bir şey söylemeden önce dikkatle dinleyin, * Duygularınızı dinleyin, * Yaptıklarınızın sorumluluğundan kaçmayın, * Kendinizi savunmaya geçmeyin, * Bütün dinleme filtrelerini kapatın. #ÖzDeğerlendirme #Eleştiri #GeriBildirim #JohariPenceresi

  • Öz Disiplin ve Duygusal Zekâ

    Photo by Ono Kosuki on Pexels.com 1960 yıllarında Stanford Üniversitesi tarafından yapılan bilimsel bir çalışmada 4 yaşındaki çocuklara bir araştırmacı tarafından lokum benzeri şekerler (marshmallow) sunulmuş, ancak bir süre beklerlerse -sadece bekleyebilen çocuklara- bu şekerlerden iki tane verileceği söylenmiştir. Çalışmanın sonucu 15-20 dakika kadar bekleyebilen çocukların öz disiplin yetkinlik ve becerilerinin yüksek olduğunu gösterecektir. Bu çalışmaya katılan çocukların ancak 1/3 ü bekleyebilmiş ve ikinci şekeri almaya hak kazanabilmişlerdir. Çalışmanın ikinci aşamasında her iki grupta yer alan çocuklar liseden mezun olduklarında tekrar izlenmiş ve ortaya önemli farkların çıktığı görülmüştür. Sonuçlara göre, bekleyen çocukların daha olumlu, iç motivasyonu daha yüksek, daha amaca yönelik ve kararlı davranışlar sergiledikleri saptanırken, beklemeyenlerin sorunlu, inatçı, kararsız, özgüveni zayıf, güven vermeyen kişiler oldukları ve halen hazzı erteleme becerisini geliştiremedikleri saptanmıştır. Beklemeyen çocuklar ayrıca Amerika’da ÖSS benzeri olarak uygulanan SAT sınavlarında önemli bir farkla daha az başarılı olmuşlar, evlilik, meslek seçimi, gelir düzeyi ve sağlık gibi hayati önem taşıyan konularda başarısız olmaya devam etmişlerdir. İnsanları birbirlerinden farklı kılan en önemli özellik, yani -bazıları sıradanlık batağına saplanırken, diğerlerinin koyduğu her hedefe ulaşmasını sağlayan anahtar- yetenek, okulda verilen eğitim, ya da salt zeka değil, öz disiplindir. Öz disiplinle her şey mümkündür. Eğer öz disiplin yoksa en basit hedef bile imkansız bir hayal gibi görünür.   Theodore ROOSEVELT SİZİN DE Mİ ÖZ DİSİPLİN SORUNUNUZ VAR? Yoksa siz de kilo vermek istediğiniz halde yemek yemekten vazgeçemiyor, spor yapmanın gerekliliğini ve önemini bildiğiniz halde yarına erteliyor yahut televizyonda bir filme dalıyor, ya da sigarayı bırakmayı düşünmenize rağmen “bir tane daha yakayım ne olacak ki?” mi diyorsunuz? Hatta bazen söylediğiniz bir laftan, girdiğiniz bir ortamdan da pişmanlık duyduğunuz oluyor. “Niye yaptım ki şimdi ben bunu, hani söz vermiştim kendime” diyor, sonra da için için mutsuzluk hissine kapılıyorsunuz… Diyebiliriz ki bir tür öz disiplin sorunu yaşamaktasınız. ÖZ DİSİPLİN VE DUYGUSAL ZEKA Öz disiplin bize gereksiz ve zararlı dürtülerle baş edebilme iradesini ve becerisini kazandırır. Bu bakımdan öz disiplin Duygusal Zeka tanımının içinde yer alan “duygusal öz denetim” yetkinliğinin de önemli bir boyutunu oluşturur. Zira, duygusal öz denetim “rahatsız edici duygu ve dürtüleri denetim altında tutmak” (Goleman, 2002, s. 49) anlamında kullanılmaktadır. Goleman’ın bu tanımda bahsettiği “denetim” çeşitli duyguların kölesi olmaktansa hayatı özenle ve akıllıca yaşamak, duyguları bastırmak değil dengede tutmak, yani koşullarla orantılı biçimde hissedebilmektir. Yine Goleman’a göre bize sıkıntı veren duygulara hakim olabilmek duygusal sağlığımızın anahtarıdır; aşırılık-fazla yoğun ya da uzun süreli duygular- dengemizi bozar (Goleman, 1996, s. 77). Bu bağlamda öz disiplin kendimizi kötü hissetmemizi sağlayan davranışlarımızı denetleyebilmemizi ve hayattaki önceliklerimizi belirleyerek hedeflerimize daha iyi odaklanmamızı sağlar. ÖZ DİSİPLİNİN COŞKUSU Öz disiplini ceza olarak algılamamak gerekir. Çünkü öz disiplin bir anlamda aklın, duyguların ve vücudun gerçek sahibi olmak demektir. Aslında gerçek özgürlük bu değil midir? Zira, değeri olan her şeyi başarmak disiplin ister. İstediğimiz bir şeyi başardığımızda ise çok büyük mutluluk duyarız. Bu duygu bizi daha iyi şeyler yapmaya sevk eder ve yaşam enerjimizi yükselterek bizleri daha dinamik, özgüvenli ve inançlı kılar. Kendimizi gerçekten çok iyi hissederiz. Çeşitli araştırmalardan varılan sonuçlar başarılı insanların daha sağlıklı olduklarını ve daha uzun yaşayabildiklerini göstermektedir. ÖZ DİSİPLİN NASIL KAZANILIR? Öz disiplin kazanmak için öncelikle kendi modelimizi çıkarmamız gerekir. Bu sebeple, nasıl olmak istediğimizi belirleyip, belirlediğimiz bu modele uygun davranmayı ve düşünmeyi seçmeliyiz. Öz disiplin konusunda atılacak en önemli adım haz duygusunu erteleyebilmeyi öğrenmektir. Hazzı erteleyebilmek gerçekten istediğimiz şey uğruna bekleyebilmeyi, ilgili konuda gerçekten kararlı olmayı ve sabır edebilmeyi gerektirir. Eğer bu savaşı vermezsek, vazgeçersek ya da ertelersek, doyurulmayan bu istek tekrar tekrar canlanacak ve bizi rahatsız edecektir. Bu konuda bize düşen, önceliklerimizi belirlemek ve kişisel hedeflerimizle ilgili bir vizyon yaratmaktır. Sonrasında iç gözümüz sürekli vizyonumuzun üstünde olmalı ve asla istenilenden daha azına razı olunmamalıdır. Kendimizi olumlu yönde değiştirebilmek elimizde ve bu konuda geçmişte yaşanılanların hiçbir önemi yok!!! Yani değişmek için geçmişi silmeye çalışmak ya da yarını beklemek gerekmiyor…J ÖNERİLER: ÖZ DİSİPLİNİN NÖROPSİKOLOJİSİ; BİR MOTİVASYON MODELİ Araştırmacı Steve DeVore geliştirdiği motivasyon modelinde öz diplinin ve iç motivasyonun gücünü  hayata katmamızı sağlayacak yedi aşamalı bir süreçten geçmemizi öneriyor. Bu sürecin gerektirdiği aşamalar sırasıyla; Hedef Belirleme: Tam olarak ne istediğinizi açık bir şekilde belirleyin. Böyle yapmak sizin bu uğurda çaba gösterme isteğinize temel olacaktır. Daha sonraları,  konuyla ilgili duygu ve dürtüleriniz arttıkça, bu kıvılcım büyüyecek, tutkulu bir ateşe dönüşecektir. Modelleme: Örnek alabileceğiniz kişiler bulun. Hedeflerinize ulaşabileceğinize olan inancınızı pekiştirebilmek için benzer hedeflere ulaşabilmeyi başarmış başka insanların da olduğunu bilmek sizin için önemli olacaktır. Bu kişilerin uyguladığı yöntemler, takip ettiği yollar size ilham verebilir. Duyusal Vizyon Geliştirme: Hedefinize ulaşmış olduğunuzu ve bu durumun size kazandırdığı avantajları hayal edin. Görüntü canlı olsun, öyle ki bu görüntüyü hissedebildiğinizi, koklayabildiğinizi, duyabildiğinizi ve hatta dokunabildiğinizi varsayın. “Yapabileceğimi düşünüyorum” yerine “yapabileceğimi biliyorum” cümlesini kullanmayı deneyin. Eyleme Teşvik Eden Duygular: Canlandırdığınız görüntünün atomik bir doğası vardır ki, bu sayede vücudunuzu bir başarma tutkusu kaplayacaktır. Bu tutkuyla artık bundan sonraki eylem aşamalarını gerçekleştirebilecek motivasyona sahipsiniz. Planlama: Hedefinize ulaşabilmek için tam olarak nelere ihtiyacınız olduğunu ve bunun ne kadar zamanınızı alabileceğini belirleyin. Bu aşama tutkunuzun yakıtı olacak ve canlandırdığınız görüntünün elle tutulur bir plana dönüşmesine sebep olacaktır. Bilgi ve Beceri: Hedefe ulaşmak için bir plan hazırladığınızda, bu planı uygulamak için gerekli olan bilgi ve becerileri de edinmeniz gerekir. Öncelikle, bu konuda gereken her şeyi öğrenebileceğinizle ilgili özgüveninizi geliştirmelisiniz. Daha sonraları, kazandığınız her beceriyle birlikte başaracağınıza dair olan inancınız artacak ve hedefinize daha yakın hissedeceksiniz. Zorluklarla Savaşmak Konusunda Göstereceğiniz Azim ve Dayanıklılık : Azimli olmak vizyonundan vazgeçmemeyi, ne kadar sürerse sürsün ve zor olursa olsun hedefe varılacağını düşünmeyi gerektirir. Zorluklarla baş etmek konusundaki dayanıklılık ise yenilgilere, güçlüklere, fiziksel ve duygusal acılara rağmen başarma azmini gösterebilmektir. SÖZÜN ÖZÜ Hayatınızda öyle günler vardır ki sabah uyandığınızda bir bakarsınız hiçbir şey olmasını umduğunuz gibi gerçekleşmiyor… İşte o zamanlarda her şeyin daha iyi olacağını kendinize söylemeniz gerekir. İnsanların sizi hayal kırıklığına uğrattığı ve moralinizi bozduğu zamanlar da olabilir. Fakat, bu zamanlarda da kendi fikirlerinize ve değerlendirmelerinize güvenmeniz gerektiğini hatırlamalı, kendinize inanmaya devam etmeli ve hayata odaklanmalısınız. Belki karşınıza katlanmanız gereken güçlükler çıkacak ve hayatınızda bir takım şeyleri değiştirmek zorunda kalacaksınız. Bunları kabul edip etmemek size kalmış… Kendinizi sürekli olarak sizin için doğru olduğunu hissettiğiniz yöne çevirin. Bu bazen kolay olmayacaktır. Ama zor durumları aşabildiğinizde kendinizi eskisinden çok daha güçlü hissedeceksiniz. İşte bu yüzden, korkularla, beklenmeyen sorumluluklarla dolu günler kapınızı çaldığında kendinize inanmanın önemini ve istediğiniz hayatı gerçekleştirmenin ne kadar anlamlı olduğunu hatırlayın. Çünkü bütün değişiklikler ve zorluklar sizin kendiniz için gerçekten önemli olan hedefleri sorgulayabilmeniz ve önceliklerinizi belirleyebilmeniz için vardır. (Yazar ve kaynak bilinmiyor, İngilizce’den uyarlanarak çevrilmiştir, Çev. Seden Tuyan) KAYNAKLAR Goleman, D., Boyatzis, R., McKee, A. (2003). Yeni Liderler; Çeviri; F. Nayır & O. Deniztekin, Varlık Yayınları: İstanbul. Goleman, D. (1996). Duygusal Zekâ Neden IQ’dan önemlidir? Personal Excellence EKİM 2004 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan & Eray Beceren #özbilinç #özyönetim

  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
  • Instagram
  • YouTube

©2021, Anahtar Eğitim

bottom of page