EQ KOÇUNUN NOT DEFTERİ, NOT 21
"Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim." Mustafa Kemal Atatürk
Bu yazıyı, okuyan herkesin Gençliğe Hitabe’yi ezberinden ve bir çırpıda zihninden tekrar ettiği varsayımıyla yazıyorum. Bende yalan yok; bu konuda eyvallahım da yok.
Duygusal Zekâ öyle derya deniz bir konu ki; her bir bileşeni zaman içerisinde apayrı bir akım olarak tekrar tekrar karşımıza çıkıyor. Bizim yıllardır duygusal zekâ eğitimleri içerisinde yer verdiğimiz duygusal çeviklik ve dayanıklılık konuları, bugün başlı başına koca başlıklar hâline geldi. Bana da bu konulara ayrıca değinmek düştü.
Önce duygusal çevikliğe bir bakalım derim. Duygusal çeviklik; düşüncelerin ehil hâle getirilmesiyle kazanılan bir beceri. Çünkü duygularımızın doğup beslendiği yer büyük ölçüde düşüncelerimiz ve yorumlarımız. Değerlerin farkındalığı ve bu farkındalıkla nasıl yol alacağımıza ilişkin seçimlerimiz de, bizim duygusal çevikliğimizin göstergeleri. Eğitimlerimize katılanlar, “Duygu Günlüğü” uygulamamızı hatırlayacaklardır. Bu uygulama, kişinin duygusal çeviklik düzeyini tespit etmesi için kullandığımız bir yöntemdir. Basitçe; ne oldu? Bu olanlar karşısında ne hissettim, ne düşündüm? Bu düşüncelerimin duygu dünyama etkileri neler oldu? Bu duygu hâli davranışlarıma nasıl yansıdı? Peki o düşünceleri değiştirebilseydim sonuçlara hükmedebilir miydim? gibi sorulara yanıt ararız. Bu basit pratiği yaşamına aktarabilenler, büyük ölçüde daha konforlu bir iş yaşamı sürdürdüklerine ilişkin geri bildirimler verirler.
Duygusal Dayanıklılık yani Resilience ise; önceden kendinizi kolaylıkla test edebileceğimiz bir alan değildir. Dayanıklılık düzeyimiz yaşayarak öğrenilen bir şeydir. Çok travmatik, çok zorlu durumlarda sergilediğimiz seçimlerimizle fark ederiz onu. Dayanıklılık düzeyi sadece her koşulda ayakta kalmakla veya vazgeçmeden deli gibi çabalamakla ölçülmez, ölçülmemelidir. Bu çabalarımızın ürettiği sonuçlar da dikkate alınmalıdır. Arada bir durup tazelenmek, sürekli çırpınmaktan daha anlamlı sonuçlar üretir. Bunu yapabilmenin en basit yolu da, arada bir kendimize insan olduğumuzu hatırlatmamızdır. Dayanıklılık için hacıyatmaz metaforu çokça kullanılıyor ve büyük ölçüde doğru da. Bununla birlikte şunu da eklemeliyim; her hacıyatmaz dayanıklı demek değildir. Hacıyatmazın ayağa kalkması için fizik kuralları işliyorsa bu kişinin değil fizik kurallarının zaferidir. Burada önemli olan kendi gücünü yaratan bir hacıyatmaz olmaktır. Bu gücü kazanabilmek için, yere doğru düştüğünüzde orada bir süre kalmanız, deneyimlemeniz, bilişsel çarpıtmalardan kurtulmanız ve en sonunda tamamen kendi kararınızla kalkmanız gerekir. Elbette duygusal dayanıklılık için de müttefikler ve yardımcılar edinmenin herhangi bir sakıncası yoktur. Ama gücün çoğu onlardan gelirse, benzeri bir olayda bir daha kalkamamak üzere yerde kalmanız muhtemeldir.
Gelelim ulu Ata’nın hitabesine… Bugün içinde bulunduğumuz duruma rağmen sağ ve sağlıklı oluşunuzu duygusal çevikliğinize ve dayanıklılığınıza bağlıyorsanız yanılıyorsunuz. Tahammül ve dayanıklılık birbirinden çok farklı şeylerdir. Tahammül öğrenilmiş çaresizlikten beslenir, dayanıklılık ise öz kaynaklardan. Ata’nın adeta bir ön uyarı sistemi gibi kaleme aldığı muazzam hitabe, aslında olabileceklere bizi zihnen hazırlamış olmalıydı. Peki biz bu hazırlıkla ne yaptık? Bu sorunun cevabını bilen varsa lütfen bana da söylesin.
Ata, bize, içinde bulunmamız muhtemel garabet durumlarda duygusal olarak çevik olun demiş. Mevcut durumu fark et, bu durumun yaratacağı korku ve öfkeye yenik düşme, aksine hedefine odaklanmak için yıkıcı duygularını dinamik duygulara dönüştür demiş. Baktın ki düştün, o zaman öz kaynaklarına yönel demiş: “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!” Daha ne desin adam? “Bir kurtarıcı bekleme, sen varsın ya!” demenin daha şiirsel bir yolu varsa da ben bilmiyorum.
Eğitimlerde hep gerçek hayattan örnek isterler. İşte benim bu yazı için örneğim; vazgeçtiysen, bu milletten adam olmaz lafını çok sık tekrarlıyorsan, kendini korku ve öfkeyle çepeçevre sarılmış hissediyorsan duygusal çevikliğin alarm veriyor kardeşim. Bu alarm seni durdurduysa ve değerlerinle birlikte inancını da kaybettiysen eğer, o zaman dayanıklılık da elden gitmekte.
O halde ne yapıyoruz; öncelikle Ata’nın hitap ettiği muhatap mıyız ona bir bakıyoruz. Eğer cevabımız evet ise, önce kendimiz ve evlatlarımız, sonrada ülkemiz için duygusal çevikliğimizi geri kazanıyoruz. Şimdiden yol alırsak eğer, dayanıklılık (resilience) gerektiren bir durum kapıya dayandığında (ki belki de o gün bugün) çeviklik aletleri çantamız bize çok yardımcı olacaktır.
תגובות