top of page

Arama Sonuçları

Boş arama ile 751 sonuç bulundu

  • Duygularım, Zorba ve Ben’den.. 1

    DUYGULARIM, ZORBA VE BEN ” … Gerçek şu ki; huzursuzluk ve rahatsızlık içindeki bir zihin perdelenir. Gerçek apaçık ortadadır, ama kişi huzursuzluğunun etkisiyle rahatsızlanan zihni sayesinde gerçekleri kolayca çarpıtabilir. Zihnin ürettiği bu çarpıtılmış gerçekle başa çıkmanın en etkin yolu, rahatsızlık çekmeyen bir “zekâ” ya sahip olmaktır. Bu sebeple IQ ve EQ tam bir ahenk içinde işe koyulmalıdır. Zihne rahatsızlık veren durumlar bizzat bizim düşüncelerimizden doğmaktadır. Üstelik bu düşünceler bize o kadar gerçekçi gelir ki; bir çeşit aldanış içine gireriz. Yapılması gereken; mantıkla hareket etmek, düşüncelerimiz ile çarpıtılmış görüşlerimizi akıl yoluyla çökertmektir. Ancak bu şekilde duygularımızın hiç şaşmayan bir pusula ya da yol gösterici meşale olmasına olanak tanımış oluruz.” Duygularım, Zorba ve Ben “Mobbing’e Karşı Mücadelede Alınabilecek Zihinsel Önlemler” – Ayça Mumkule & Eray Beceren – Postiga Yayınları

  • Okul Yöneticilerinin Duygusal Zekâ Becerilerini Kullanabilme Düzeyleri Konusunda Yönetici ve Öğretme

    http://www.yeditepe.edu.tr Mayıs 2004’de Yeditepe Üniversitesi “Eğitim Yönetimi ve Denetimi” yüksek lisans programı bitirme projesi olarak “Okul Yöneticilerinin Duygusal Zekâ Becerilerini Kullanabilme Düzeyleri Konusunda Yönetici ve Öğretmenlerin Görüşleri” konulu bir çalışma yaptım. Bu çalışmaya 2003-2004 öğretim yılında İstanbul ilinde bulunan 4’ü özel, 11’i devlet okulu toplam 15 okuldan 45’i okul yöneticisi, 134’ü öğretmen olan toplam 179 kişi anket yoluyla katıldı. Çalışmada elde edilen sonuçlardan bazıları ile ilgili soru ve grafikler aşağıdadır. Sorulardan biri “Size göre Duygusal Zekâ Becerileri başarılı bir yönetim için gerekli midir? Hangi beceri daha önemlidir?” Hangi becerinin daha önemli olduğu Goleman, Boyatzis ve McKee tarafından yazılan “Yeni Liderler” kitabındaki 18 beceri esas alınarak cevaplanmıştır. Öncelikle katılanların tamamı başarılı bir yönetim için duygusal zekâ becerilerini geliştirmenin önemli olduğunu belirtmişlerdir. Hangi becerilerin önemli olduğu sorusuna alınan cevaplar: «Duygusal Zekâ» Becerileri Nerede Kazandırılmalıdır? «Duygusal Zekâ» Becerileri, Aile Eğitimi dışında Nasıl Kazandırılmalıdır? #DuygusalZeka #DuygusalZekaEğitimi #okul #Yönetici

  • Çocuklarda Duygusal Zekâ Gelişimi ve Tenis

    Photo by Pixabay on Pexels.com Özelikle son yıllarda sosyal modellerde yaşanan karmaşık değişiklikler(artan boşanma oranları, medya ve televizyonun yarattığı olumsuz etkiler, gelişen teknoloji, ebeveynlerin yoğun iş yükü sebebiyle çocuklara daha az zaman ayırması, vs.) günümüz çocuklarının sorunlarının artmasına neden olmuş ve bu kaçınılmaz değişikliklerin üstesinden gelebilmek için özellikle psikoloji alanında yapılan bilimsel çalışmaların sayısı artmıştır. Yapılan bu tip çalışmaların genel teması daha mutlu, sağlıklı ve başarılı çocuklar yetiştirmek için neler yapılabileceğiyle ilgilidir. Yapılan araştırmalar, elde edilen sonuçlar, kazanılmakta olan yeni anlayış; hayatta başarılı ve mutlu olmak için sadece IQ yani- zihinsel yeteneklerin yeterli olmadığının, ve çocuklarımızın başarı şansı konusunda doğuştan sahip oldukları, yahut sonradan edinip geliştirdikleri birtakım duygusal ve sosyal becerilerin (EQ) de etkili olduğunun önemle altını çizmektedir. Kısaca Duygusal Zeka(EQ)… Duygusal Zeka, en basit tanımıyla, bir çocuğun ne kadar akıllı olabileceğiyle değil, daha ziyade hayatta başarı sağlamaya yarayan sosyal ve duygusal becerilere sahip olup olmadığıyla ilgilenir. Bellek, anlama, sorun çözme, algılama, bilgi işleme gibi yeteneklerin oluşturduğu IQ (zeka katsayısı), Weschler Zeka Ölçekleri gibi standart zeka testleriyle ölçüldüğünde, çocuk altı yaşını geçtikten sonra hep sabit kaldığı görülmektedir. Oysa ki EQ becerileri daha az kalıtım yüklüdür ve geliştirilebilir (Shapiro,1997). Duygusal Zeka terimi ilk olarak 1990 yılında Amerikalı psikologlar Peter Salovey ve John Mayer tarafından kullanılmış ve başarı için önemli görünen duygusal nitelikler; empati, duyguları ifade etme, mizacını kontrol etme, bağımsızlık, uyum sağlayabilme, beğenilme, sebat, kişiler arası sorunları çözme, sevecenlik, nezaket, saygı gibi terimlerle betimlenmiştir. Daha sonraları, Daniel Goleman 1995 yılında yayınlanan “Duygusal Zeka” adlı kitabıyla EQ becerilerinin başarı konusundaki öneminin bilhassa eğitim alanında daha çok vurgulanmasına ve uygulamaların başlatılmasına öncü olmuştur. Goleman’a göre EQ, IQ’ nün  zıttı değildir ancak bu beceriler, kavramsal düzeyde ve günlük hayatta dinamik bir etkileşim halindedirler ve aslında duygusal zeka beynin çeşitli bölümlerinin bu etkileşimiyle tanımlanmaktadır. Çocuğumuzun Beynini Değiştirmek?! Çocuklar belirli duygusal eğilimlerle doğsalar da araştırmalar beyin devrelerinin yeni sosyal ve duygusal becerileri öğrenebilmek konusunda esnekliğini koruyabildiğini ve bu sayede yeni sinir yollarının ve daha uyumlu biyokimyasal dokuların yaratılabileceğini göstermektedir. Bu anlamda duygular sadece soyut düşünceler değil, beynin ürettiği ve sonra vücudun tepki gösterdiği belirli biyokimyasallardır. Örneğin bir şeyden hoşnut olduğumuzda beynimiz serotonin ve endorfin, heyecanlandığımızda adrenalin salgılar. Bu konuda, çocuk psikoterapisti olan Dr. Shapiro, çocuklarımızın daha uyumlu, daha kontrollü, kısacası daha mutlu olmalarına yardımcı olarak, onlara kendi duygularının biyokimyasını değiştirmenin yollarını öğretebileceğimizi söylüyor(1997, s.8). Ancak, Dr. Shapiro bu değişiklikleri yapmak için doğal ebeveynlik iç güdülerimizi sorgulamak ve yaşam tarzımızın normal alışkanlıklarına ters düşebilecek şekillerde davranmak zorunda kalabileceğimizi de önemle vurguluyor. Shapiro’nun bu çeşit davranışlara verdiği birkaç örnek gerçekten çok ilgi çekici (1997, s.30): Sürekli ödüllendirme ve destekleme yoluyla bir çocuğun öz saygısını geliştirmek, aslında yarardan çok zarar verebilir. Çocukların kendilerini iyi hissetmelerine yardımcı olmak, ancak bu hisler belirli başarılar ve yeni beceriler kazanmaya bağlıysa bir anlam kazanır. Birçok anne-baba çocuklarını üzüntüden korumanın başlıca görevleri olduğunu zanneder. Oysa gerek duymadıkları anda çocukları korumak yarardan çok zarara sebep olur. Çocuklarımızı stresten korumak yapabileceğimiz en kötü şeylerden biridir. Çocukların hayatın zorlukları ile başa çıkmayı öğrenmeleri daha uyumlu ve daha becerikli olmalarını sağlayan yeni sinir yollarını geliştirmelerine neden olur. Gerçeklerle Yüzleşebilmek… Çocuklarımız en değerli varlıklarımız. Onlar için yapamayacağımız neredeyse hiçbir şey yok. Ama ne yazık ki onların her istediğini yapmak, “onlar için iyi bir şey yapmış olmak” anlamına gelmiyor. Hepimizin öncelikli amacı onları fiziksel ve ruhsal yönden sağlıklı bireyler olarak topluma kazandırmak ve bununla birlikte hayatta başarılı olabilmeleri, diğer bir deyişle “kişisel ve profesyonel hedeflerine ulaşmaları” (Stein & Book, 2000) konusunda onları destekleyebilmektir. Durum böyle iken, bilinçli ebeveyn olmanın önemli bir gereği de çocuklarımızın özlerine uygun, etkili yönlendirme teknikleriyle donanımlı olmamızdır. Bu bakımdan ebeveynler olarak çocuklarımıza yaptığımız maddi yatırımların (eğitim, beslenme, sağlık, giyim, vs.) yanı sıra, onlarla olan gündelik etkileşimlerimizin hayatlarına olan yansıması inkar edilmemeli, çocuğa ayrılan zamanlarda daha nitelikli beraberlikler (birlikte oyun oynamak, sevdiği bir aktiviteyi paylaşmak, yargılamadan dinlemek gibi…) hedeflenmelidir. Çocuklarımızın IQ’ sünün normal düzeyde olduğunu varsayımıyla yola çıktığımızda, bir çok araştırma sonucu, bu çeşit manevi yatırımların kalitesini ve etkisini artırmanın onların sosyal ve duygusal becerilerini geliştirmelerine yardımcı olmakla mümkün olabileceğini göstermektedir. Bununla birlikte, gelişim kuramcıları, belli yaşlarda belli işleri başarmanın kişilik geliştirmede büyük önem taşıdığını vurgulamaktadırlar. Bu konuda çocuklarımızı değişik hobiler edinmeye ve değişik spor aktivitelerine katılmaya yönlendirmek EQ gelişimi konusunda biz ebeveynlere düşen en önemli görevler arasındadır. Çünkü bu tür faaliyetler zaman yönetimi, zorluklarla baş etme, mizacını kontrol etme, tatmini erteleme, başkalarıyla bilgi alış-verişi, etkili iletişim kurma, vs. gibi önemli bilişsel ve sosyal becerileri gerektiriyor. Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur… Duygularımız fiziksel bedenimizi etkiler. Kalp atışlarımız, solunum oranımız ve kan basıncımız bunu açıklar. Bu sebeple, genel olarak tüm fiziksel aktiviteler çocuğun gerek bedensel gerekse zihinsel ve duygusal gelişiminde çok önemli bir yer tutar. Spor hekimi Prof. Dr. Hakan Gür bu önemli etkileri şöyle sıralıyor: Fiziksel uygunluk ve vücut sağlığı, Büyüme ve gelişme, Vücudun kontrolü ve fiziksel yeteneklerin gelişimi, Vücudun hareket kabiliyetini anlama ve değerlendirme, Aktif yaşam stili kazandırma, Entelektüel gelişim sağlama, Kişisel ve sosyal gelişime katkı sağlama, Kendine güveni geliştirme, Yaratıcı doğal yetenekleri geliştirme.   TENİS ; Hayatın Her Döneminde Yapılabilecek En Sağlıklı ve En EQ’lü(!) Fiziksel Aktivite.. . Tenis sadece çocuklar için değil, fiziksel yönden sağlıklı olmanın yanı sıra, zihinsel ve duygusal gelişime gönül veren tüm yetişkinler için de eşi bulunmaz bir spordur. Bu bakımdan her yaşta öğrenilip, geliştirilebilir. Ayrıca, spor psikologlarından Dr. J. Groppel ve Dr. J. Murray kortta edinilen deneyimlerin getirdiği başarıların ve kazanılan psikolojik avantajların hayatın genel işleyişine de çok olumlu etkileri olduğu kanısındalar. Dahası, bu olumlu psikolojik etkilerden bazıları hayatta başarılı ve mutlu olmak için gerekli olduğundan bahsettiğimiz EQ becerilerinin yansımasıdır ( http://www.racquetclub1.com/why_play_tennis.htm  ) ; Çalışma Ahlakı Geliştirmek: Tenis antrenmanlarında sarf edilen çaba çocuklara zor bir işe emek vermenin ve o konuda gelişmenin ne kadar değerli olduğunu öğretir. Disiplin Anlayışı Kazanmak: Çocukların tenis oynarken geliştirmeye çalıştıkları beceriler, oyundaki rekabet ruhu ve oyunun ritmini koruma çabası disiplin anlayışının kazanılmasına ve geliştirilmesine yardımcı olur. Hatalardan Ders Çıkarmak: Yetenekleri dahilinde tenis oynayabilmek hem tenis oyununda hem de gerçek hayatta çocukları hatalarının farkına varmak, hatalardan ders çıkarmak, uygun çözüm için doğru alternatif ve stratejiler geliştirmek, ve özellikle bu sayede hataların sayısını azaltmak konusunda beceri ve deneyim kazanmalarına yardımcı olur. Rekabet Ruhu ve Sebat: Tenis bireysel bir spordur. Bu sayede çocuklarımız gerek kort içerisinde, gerekse gerçek hayatta rekabetin, zorluklarla mücadele etmenin ve iniş-çıkışlarla başa çıkabilmenin başarıya giden yoldaki önemini kavrarlar. Sorumluluk Duygusu: Oyun kurallarını uygulamak, tenis becerilerini geliştirmek için maç ve antrenman yapmak, gerekli malzemeyi tedarik ve muhafaza etmek çocukların sorumluluk duygularını geliştirmelerine yardımcı olur. Olumsuz Şartları Göğüslemek: Çocuklar, oyun sırasında rüzgar, güneş gibi olumsuz etkenlere uyum sağlamayı öğrenerek, olumsuzluklara rağmen rekabet etmekten vazgeçmemek konusunda kararlı olmak becerilerini geliştirirler. Gerginlikle Başa Çıkabilmek: Teniste kazanılan ve kaybedilen sayılar ve her bir sayı arasında yaşanan gerginlik-rahatlama gibi zıt duygular, hayatta yaşanan gerginlik ve rahatlama süreçlerine çok benzer. Bu bakımdan, çocuklar tenis oynarken stresle başa çıkma becerilerini geliştirirler. Plan ve Uygun Taktik Geliştirmek: Tenis oynamak plan yapmayı ve stratejik davranmayı gerektirir. Çocuklar bu sayede rakibin ne tür vuruşlar yapacağı ve hangi tür vuruşların nasıl karşılanabileceğiyle ilgili akıl yürütmeyi öğrenirler. Problem Çözme Becerisi: Tenis; açılara, geometriye ve fiziğe dayalı bir spordur. Böylece, çocuklar tenis oynarken problem çözme becerilerini de geliştirmiş olurlar. Performans Gelişimi: Tenis sırasında kişisel kontrolü elden bırakmamak ve konsantrasyon çok önemlidir. İyi tenis oynamak ve kazanmak için servis atmak,  servis karşılamak, oyunun ritmini kontrol etmek, baskı ve stresle başa çıkmak gibi bir çok etkeni yönetebilmek gereklidir. Kazanılan bu beceriler çocukların değişik eğitim süreçlerinde girdikleri sınavlarda, ileriki hayatlarında yönetecekleri gurup ve toplantılarda veya yapacakları sunumlarda daha başarılı bir performans sergileyebilmeleri konusunda deneyimli olmalarını sağlar. Nezaket, Saygı ve Sevecenlik: Her sporda olduğu gibi tenis konusunda da sporcu ahlakı rekabet ederken bile rakibe karşı sevecen, saygılı ve nezaket sınırları dahilinde  davranmayı gerektirir. Kazandığında öğünmek yahut da   kaybettiğinde başarısızlığa bahaneler bulmak gibi yaklaşımlar ne tenis ne de gerçek hayatta bir işe yarar. Erken yaşlarda başlanan tenis çocukların bu kavramlarla iç içe büyüyebilmesine ve adil bir şekilde mücadele etmeyi öğrenmesine yardımcı olur. Sosyal Beceriler: Maç öncesinde ve sonrasında, oyun aralarındaki yer değiştirmelerde yahut kort içerisinde rakiple kurulan iletişim ve etkileşim çocukların sosyal becerilerini geliştirmelerine katkı sağlar. Sizler de anne-babalar olarak çocuklarınızın bu becerilere sahip olmanın avantajlarını erken yaşlarda yaşamalarını istemez misiniz? Ne duruyorsunuz o zaman, hemen tutun çocuğunuzun elinden, haydi korta. KAYNAKLAR 1.  http://www.racquetclub1.com/why_play_tennis.htm 2. Goleman, D. (1995). Duygusal Zeka. (Banu Seçkin Yüksel, Çev.). , Varlık Yayınları AŞ., İstanbul. 3. Shapiro, L. E. (1997). Yüksek EQ’lü Bir Çocuk Yetiştirmek. (Ümran Kartal, Çev.). Varlık Yayınları AŞ., İstanbul. 4. Stein, S. J. & Book, H. E. EQ-Duygusal Zeka ve Başarının Sırrı. (Müjde Işık, Çev.). Özgür Yayınları, İstanbul. Çoluk Çocuk Dergisi – OCAK 2005 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan – Eray BECEREN #ÇocukGelişimi #DuygusalZeka #Tenis

  • Çocuklarda Duygusal Zekâ Gelişimi ve Tenis

    Photo by Pixabay on Pexels.com Özelikle son yıllarda sosyal modellerde yaşanan karmaşık değişiklikler(artan boşanma oranları, medya ve televizyonun yarattığı olumsuz etkiler, gelişen teknoloji, ebeveynlerin yoğun iş yükü sebebiyle çocuklara daha az zaman ayırması, vs.) günümüz çocuklarının sorunlarının artmasına neden olmuş ve bu kaçınılmaz değişikliklerin üstesinden gelebilmek için özellikle psikoloji alanında yapılan bilimsel çalışmaların sayısı artmıştır. Yapılan bu tip çalışmaların genel teması daha mutlu, sağlıklı ve başarılı çocuklar yetiştirmek için neler yapılabileceğiyle ilgilidir. Yapılan araştırmalar, elde edilen sonuçlar, kazanılmakta olan yeni anlayış; hayatta başarılı ve mutlu olmak için sadece IQ yani- zihinsel yeteneklerin yeterli olmadığının, ve çocuklarımızın başarı şansı konusunda doğuştan sahip oldukları, yahut sonradan edinip geliştirdikleri birtakım duygusal ve sosyal becerilerin (EQ) de etkili olduğunun önemle altını çizmektedir. Kısaca Duygusal Zeka(EQ)… Duygusal Zeka, en basit tanımıyla, bir çocuğun ne kadar akıllı olabileceğiyle değil, daha ziyade hayatta başarı sağlamaya yarayan sosyal ve duygusal becerilere sahip olup olmadığıyla ilgilenir. Bellek, anlama, sorun çözme, algılama, bilgi işleme gibi yeteneklerin oluşturduğu IQ (zeka katsayısı), Weschler Zeka Ölçekleri gibi standart zeka testleriyle ölçüldüğünde, çocuk altı yaşını geçtikten sonra hep sabit kaldığı görülmektedir. Oysa ki EQ becerileri daha az kalıtım yüklüdür ve geliştirilebilir (Shapiro,1997). Duygusal Zeka terimi ilk olarak 1990 yılında Amerikalı psikologlar Peter Salovey ve John Mayer tarafından kullanılmış ve başarı için önemli görünen duygusal nitelikler; empati, duyguları ifade etme, mizacını kontrol etme, bağımsızlık, uyum sağlayabilme, beğenilme, sebat, kişiler arası sorunları çözme, sevecenlik, nezaket, saygı gibi terimlerle betimlenmiştir. Daha sonraları, Daniel Goleman 1995 yılında yayınlanan “Duygusal Zeka” adlı kitabıyla EQ becerilerinin başarı konusundaki öneminin bilhassa eğitim alanında daha çok vurgulanmasına ve uygulamaların başlatılmasına öncü olmuştur. Goleman’a göre EQ, IQ’ nün  zıttı değildir ancak bu beceriler, kavramsal düzeyde ve günlük hayatta dinamik bir etkileşim halindedirler ve aslında duygusal zeka beynin çeşitli bölümlerinin bu etkileşimiyle tanımlanmaktadır. Çocuğumuzun Beynini Değiştirmek?! Çocuklar belirli duygusal eğilimlerle doğsalar da araştırmalar beyin devrelerinin yeni sosyal ve duygusal becerileri öğrenebilmek konusunda esnekliğini koruyabildiğini ve bu sayede yeni sinir yollarının ve daha uyumlu biyokimyasal dokuların yaratılabileceğini göstermektedir. Bu anlamda duygular sadece soyut düşünceler değil, beynin ürettiği ve sonra vücudun tepki gösterdiği belirli biyokimyasallardır. Örneğin bir şeyden hoşnut olduğumuzda beynimiz serotonin ve endorfin, heyecanlandığımızda adrenalin salgılar. Bu konuda, çocuk psikoterapisti olan Dr. Shapiro, çocuklarımızın daha uyumlu, daha kontrollü, kısacası daha mutlu olmalarına yardımcı olarak, onlara kendi duygularının biyokimyasını değiştirmenin yollarını öğretebileceğimizi söylüyor(1997, s.8). Ancak, Dr. Shapiro bu değişiklikleri yapmak için doğal ebeveynlik iç güdülerimizi sorgulamak ve yaşam tarzımızın normal alışkanlıklarına ters düşebilecek şekillerde davranmak zorunda kalabileceğimizi de önemle vurguluyor. Shapiro’nun bu çeşit davranışlara verdiği birkaç örnek gerçekten çok ilgi çekici (1997, s.30): Sürekli ödüllendirme ve destekleme yoluyla bir çocuğun öz saygısını geliştirmek, aslında yarardan çok zarar verebilir. Çocukların kendilerini iyi hissetmelerine yardımcı olmak, ancak bu hisler belirli başarılar ve yeni beceriler kazanmaya bağlıysa bir anlam kazanır. Birçok anne-baba çocuklarını üzüntüden korumanın başlıca görevleri olduğunu zanneder. Oysa gerek duymadıkları anda çocukları korumak yarardan çok zarara sebep olur. Çocuklarımızı stresten korumak yapabileceğimiz en kötü şeylerden biridir. Çocukların hayatın zorlukları ile başa çıkmayı öğrenmeleri daha uyumlu ve daha becerikli olmalarını sağlayan yeni sinir yollarını geliştirmelerine neden olur. Gerçeklerle Yüzleşebilmek… Çocuklarımız en değerli varlıklarımız. Onlar için yapamayacağımız neredeyse hiçbir şey yok. Ama ne yazık ki onların her istediğini yapmak, “onlar için iyi bir şey yapmış olmak” anlamına gelmiyor. Hepimizin öncelikli amacı onları fiziksel ve ruhsal yönden sağlıklı bireyler olarak topluma kazandırmak ve bununla birlikte hayatta başarılı olabilmeleri, diğer bir deyişle “kişisel ve profesyonel hedeflerine ulaşmaları” (Stein & Book, 2000) konusunda onları destekleyebilmektir. Durum böyle iken, bilinçli ebeveyn olmanın önemli bir gereği de çocuklarımızın özlerine uygun, etkili yönlendirme teknikleriyle donanımlı olmamızdır. Bu bakımdan ebeveynler olarak çocuklarımıza yaptığımız maddi yatırımların (eğitim, beslenme, sağlık, giyim, vs.) yanı sıra, onlarla olan gündelik etkileşimlerimizin hayatlarına olan yansıması inkar edilmemeli, çocuğa ayrılan zamanlarda daha nitelikli beraberlikler (birlikte oyun oynamak, sevdiği bir aktiviteyi paylaşmak, yargılamadan dinlemek gibi…) hedeflenmelidir. Çocuklarımızın IQ’ sünün normal düzeyde olduğunu varsayımıyla yola çıktığımızda, bir çok araştırma sonucu, bu çeşit manevi yatırımların kalitesini ve etkisini artırmanın onların sosyal ve duygusal becerilerini geliştirmelerine yardımcı olmakla mümkün olabileceğini göstermektedir. Bununla birlikte, gelişim kuramcıları, belli yaşlarda belli işleri başarmanın kişilik geliştirmede büyük önem taşıdığını vurgulamaktadırlar. Bu konuda çocuklarımızı değişik hobiler edinmeye ve değişik spor aktivitelerine katılmaya yönlendirmek EQ gelişimi konusunda biz ebeveynlere düşen en önemli görevler arasındadır. Çünkü bu tür faaliyetler zaman yönetimi, zorluklarla baş etme, mizacını kontrol etme, tatmini erteleme, başkalarıyla bilgi alış-verişi, etkili iletişim kurma, vs. gibi önemli bilişsel ve sosyal becerileri gerektiriyor. Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur… Duygularımız fiziksel bedenimizi etkiler. Kalp atışlarımız, solunum oranımız ve kan basıncımız bunu açıklar. Bu sebeple, genel olarak tüm fiziksel aktiviteler çocuğun gerek bedensel gerekse zihinsel ve duygusal gelişiminde çok önemli bir yer tutar. Spor hekimi Prof. Dr. Hakan Gür bu önemli etkileri şöyle sıralıyor: Fiziksel uygunluk ve vücut sağlığı, Büyüme ve gelişme, Vücudun kontrolü ve fiziksel yeteneklerin gelişimi, Vücudun hareket kabiliyetini anlama ve değerlendirme, Aktif yaşam stili kazandırma, Entelektüel gelişim sağlama, Kişisel ve sosyal gelişime katkı sağlama, Kendine güveni geliştirme, Yaratıcı doğal yetenekleri geliştirme. TENİS ; Hayatın Her Döneminde Yapılabilecek En Sağlıklı ve En EQ’lü(!) Fiziksel Aktivite... Tenis sadece çocuklar için değil, fiziksel yönden sağlıklı olmanın yanı sıra, zihinsel ve duygusal gelişime gönül veren tüm yetişkinler için de eşi bulunmaz bir spordur. Bu bakımdan her yaşta öğrenilip, geliştirilebilir. Ayrıca, spor psikologlarından Dr. J. Groppel ve Dr. J. Murray kortta edinilen deneyimlerin getirdiği başarıların ve kazanılan psikolojik avantajların hayatın genel işleyişine de çok olumlu etkileri olduğu kanısındalar. Dahası, bu olumlu psikolojik etkilerden bazıları hayatta başarılı ve mutlu olmak için gerekli olduğundan bahsettiğimiz EQ becerilerinin yansımasıdır (http://www.racquetclub1.com/why_play_tennis.htm ) ; Çalışma Ahlakı Geliştirmek: Tenis antrenmanlarında sarf edilen çaba çocuklara zor bir işe emek vermenin ve o konuda gelişmenin ne kadar değerli olduğunu öğretir. Disiplin Anlayışı Kazanmak: Çocukların tenis oynarken geliştirmeye çalıştıkları beceriler, oyundaki rekabet ruhu ve oyunun ritmini koruma çabası disiplin anlayışının kazanılmasına ve geliştirilmesine yardımcı olur. Hatalardan Ders Çıkarmak: Yetenekleri dahilinde tenis oynayabilmek hem tenis oyununda hem de gerçek hayatta çocukları hatalarının farkına varmak, hatalardan ders çıkarmak, uygun çözüm için doğru alternatif ve stratejiler geliştirmek, ve özellikle bu sayede hataların sayısını azaltmak konusunda beceri ve deneyim kazanmalarına yardımcı olur. Rekabet Ruhu ve Sebat: Tenis bireysel bir spordur. Bu sayede çocuklarımız gerek kort içerisinde, gerekse gerçek hayatta rekabetin, zorluklarla mücadele etmenin ve iniş-çıkışlarla başa çıkabilmenin başarıya giden yoldaki önemini kavrarlar. Sorumluluk Duygusu: Oyun kurallarını uygulamak, tenis becerilerini geliştirmek için maç ve antrenman yapmak, gerekli malzemeyi tedarik ve muhafaza etmek çocukların sorumluluk duygularını geliştirmelerine yardımcı olur. Olumsuz Şartları Göğüslemek: Çocuklar, oyun sırasında rüzgar, güneş gibi olumsuz etkenlere uyum sağlamayı öğrenerek, olumsuzluklara rağmen rekabet etmekten vazgeçmemek konusunda kararlı olmak becerilerini geliştirirler. Gerginlikle Başa Çıkabilmek: Teniste kazanılan ve kaybedilen sayılar ve her bir sayı arasında yaşanan gerginlik-rahatlama gibi zıt duygular, hayatta yaşanan gerginlik ve rahatlama süreçlerine çok benzer. Bu bakımdan, çocuklar tenis oynarken stresle başa çıkma becerilerini geliştirirler. Plan ve Uygun Taktik Geliştirmek: Tenis oynamak plan yapmayı ve stratejik davranmayı gerektirir. Çocuklar bu sayede rakibin ne tür vuruşlar yapacağı ve hangi tür vuruşların nasıl karşılanabileceğiyle ilgili akıl yürütmeyi öğrenirler. Problem Çözme Becerisi: Tenis; açılara, geometriye ve fiziğe dayalı bir spordur. Böylece, çocuklar tenis oynarken problem çözme becerilerini de geliştirmiş olurlar. Performans Gelişimi: Tenis sırasında kişisel kontrolü elden bırakmamak ve konsantrasyon çok önemlidir. İyi tenis oynamak ve kazanmak için servis atmak,  servis karşılamak, oyunun ritmini kontrol etmek, baskı ve stresle başa çıkmak gibi bir çok etkeni yönetebilmek gereklidir. Kazanılan bu beceriler çocukların değişik eğitim süreçlerinde girdikleri sınavlarda, ileriki hayatlarında yönetecekleri gurup ve toplantılarda veya yapacakları sunumlarda daha başarılı bir performans sergileyebilmeleri konusunda deneyimli olmalarını sağlar. Nezaket, Saygı ve Sevecenlik: Her sporda olduğu gibi tenis konusunda da sporcu ahlakı rekabet ederken bile rakibe karşı sevecen, saygılı ve nezaket sınırları dahilinde  davranmayı gerektirir. Kazandığında öğünmek yahut da   kaybettiğinde başarısızlığa bahaneler bulmak gibi yaklaşımlar ne tenis ne de gerçek hayatta bir işe yarar. Erken yaşlarda başlanan tenis çocukların bu kavramlarla iç içe büyüyebilmesine ve adil bir şekilde mücadele etmeyi öğrenmesine yardımcı olur. Sosyal Beceriler: Maç öncesinde ve sonrasında, oyun aralarındaki yer değiştirmelerde yahut kort içerisinde rakiple kurulan iletişim ve etkileşim çocukların sosyal becerilerini geliştirmelerine katkı sağlar. Sizler de anne-babalar olarak çocuklarınızın bu becerilere sahip olmanın avantajlarını erken yaşlarda yaşamalarını istemez misiniz? Ne duruyorsunuz o zaman, hemen tutun çocuğunuzun elinden, haydi korta. KAYNAKLAR 1. http://www.racquetclub1.com/why_play_tennis.htm 2. Goleman, D. (1995). Duygusal Zeka. (Banu Seçkin Yüksel, Çev.). , Varlık Yayınları AŞ., İstanbul. 3. Shapiro, L. E. (1997). Yüksek EQ’lü Bir Çocuk Yetiştirmek. (Ümran Kartal, Çev.). Varlık Yayınları AŞ., İstanbul. 4. Stein, S. J. & Book, H. E. EQ-Duygusal Zeka ve Başarının Sırrı. (Müjde Işık, Çev.). Özgür Yayınları, İstanbul. Çoluk Çocuk Dergisi – OCAK 2005 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan – Eray BECEREN #ÇocukGelişimi #DuygusalZeka #Tenis

  • Duygusal Zekâ ve Öz Güven

    Photo by The Lazy Artist Gallery on Pexels.com Önemli bir savaş sırasında Japon bir komutan askerlerinin sayısının düşmanlarınkine kıyasla çok daha az olmasına rağmen saldırıya geçmeye karar verir. Ordusunun kazanacağına olan güveni tamdır. Ancak, askerleri zafer konusunda oldukça kaygılıdır. Savaş alanına doğru ilerlerken, yol kenarındaki bir tapınakta durup hep birlikte dua ederler. Daha sonra komutan cebinden bozuk para çıkararak “Şimdi yazı-tura atacağız. Eğer tura gelirse, biz kazanacağız, ama eğer yazı gelirse kaybedeceğiz, kaderimiz böylece ortaya çıkacak” der. Bozuk parayı havaya atar ve herkes sabırsızca paranın yere düşmesini bekler. Tura gelmiştir. Askerler  çok sevinirler; kendilerine olan güvenlerini toplamışlardır. Bu coşkuyla düşmana saldırır ve savaşı kazanırlar. Bir süre sonra yüzbaşı komutanının yanına gelerek onun kehanetini takdir edercesine, “Kimse kaderi değiştiremez” der.  Bunun üzerine “Haklısın” der komutan, iki tarafı da –tura- olan parayı göstererek… Anonim Hepimiz hayatımızın değişik dönemlerinde hikayede bahsedilen askerler gibi, kendimize olan  güvenimizi çeşitli nedenlerle kaybedip, kendimizi yetersiz hissederek kumandayı kadere bırakmayı tercih ederiz. Oysa ki kader diye bildiğimiz olgu, biz elimizden geleni yapmadıkça –tesadüf vakalar dışında- hiç de bizden yana çıkmaz. Hikayede verilen örnek belki biraz abartılmıştır, ancak kendisinin yetersizliğine inanan bir kişi başarısızlıkları yoğun bir biçimde hisseder, ama ilginçtir ki  başına gelenleri değiştirme gücüne sahip olduğuna inanmasını sağlayacak adımı atmaz. Günlük hayatta; herhangi bir sorumluluk aldığımızda yapabildiğimizin en iyisini sergilemeyi, aksi durumlara yaratıcı ve akılcı çözümler getirebilmeyi, aşağılık duygusunun elimizi kolumuzu bağlamamasını, iş ortamında bulunduğumuz toplantılarda fikirlerimizi açıkça ortaya koyabilmeyi ve bu fikirleri açıkça herkese karşı savunabilmeyi  ne kadar da çok isteriz. Fakat bazen, sanki bir şeyler sesimizi keser; beğenilmemek korkusu, dışlanma kaygısı, süregelen düzene boyun eğmişlik ya da yoğun bir yetersizlik hissi, vs. gibi olumsuz öngörüler duygu ve düşüncelerimizi pek az açmamıza ya da hiç açmamamıza neden olur. Öz güveni yeterli düzeyde gelişmemiş olan kişiler kendilerine verilen bir görevi yerine getiremeyeceklerine inanırlar. Bu sebeple, başarısızlık sonrası oluşacak doğal mahcubiyet duygusunu yaşamamak için bu çeşit riskli durumlardan sürekli uzak dururlar. Böyle bir durumda, yüzleşilmesi gereken sorun özgüven eksikliğinin üstesinden nasıl gelineceğidir. Ancak bu sorunu çözebildiğimizde daha mutlu yaşayabilir ve hayatın tadını daha fazla çıkarabiliriz. Özgüven, Duygusal Zekanın alt başlıklarından olan özbilincin önemli bir bileşenidir ki bu bakımdan kişinin özdeğer ve yetenekleri konusunda sağlam bir anlayışa sahip olmasını gerektirir. Özgüveni yüksek olan bir birey kendi yeteneklerine güvenir, hayatını kendi istekleri doğrultusunda kontrol edebileceğine ve gerçekçi hedefler belirleyebildiği müddetçe bu hedeflere ulaşabilmesinin mümkün olduğuna inanır. Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda birbirlerini tamamlayan iki çeşit özgüvenden bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi iç, diğeri dış özgüvendir. İç özgüven, kendimizle ilgili hissettiğimiz memnuniyet ve kendimize dair inancımız, dış özgüven ise dışarıya kendimiz hakkında verdiğimiz görüntü ve insanlarla olan iletişimlerimizde farklı duygularımızı ifade edebilme becerimizle ilgilidir. Özgüven hayatımız boyunca beraber olduğumuz insanlarla ve yaşadığımız olaylarla gelişir. Bu konuda çocukluk çağında yaşadığımız deneyimler temel özgüvenimizin şekillenmesi bakımından büyük önem taşır. Bu dönemde kazandığımız başarılar ya da yaşadığımız başarısız deneyimler ve yakın çevremizde bulunan kişilerin (aile bireyleri, öğretmenler, arkadaşlar, vb.) bu durumlarda verdiği tepkiler kendimize olan güvenimizin gelişmesine ve kendimizle ilgili geliştirdiğimiz özdeğer duygusunun artmasına önemli ölçüde katkıda bulunur. Sağlıklı özgüven geliştirebilmiş bir birey ile özgüveni düşük bir bireyin yaşamış oldukları çocukluk deneyimleri arasında farklar gözlenmiştir: SAĞLIKLI ÖZGÜVEN Başarılarından dolayı takdir edilmiş, övgüde bulunulmuş İletişim kurulmuş ve aktif bir şekilde dinlenilmiş, sorunlarıyla ilgilenilmiş Saygıyla  konuşulmuş, kişiliğine değer verilmiş Sevgiyle sarılmış, ilgi görmüş Katıldığı spor faaliyetlerinde ya da okulda başarılı olmuş Güvenilir arkadaşlara sahip olmuş DÜŞÜK ÖZGÜVEN Olumsuz eleştirilere maruz kalmış Azarlanmış, dayak yemiş Aşağılanmış, horlanmış, küçük görülmüş Her zaman mükemmel olması beklenilmiş Spor faaliyetlerinde ya da okulda başarısız olmuş Genel olarak insanlar kendilerini dış dünyadan gelen etkilerden koruyabilmek amacıyla bazı varsayımlar ve bunlarla beslenen bazı düşünce yapıları geliştirirler. Bu varsayımlardan bazıları “zararlı”, bazıları ise “yapıcıdır.” Örneğin, “geçmişte yaptığım hataların cezasını çekiyorum, bugün yaşadığım olumsuz olayların sebebi budur” gibi bir varsayım son derece zararlıdır. “Zararlı” diye tabir edebileceğimiz tipteki varsayımlarımıza pirim vermek öz-güvenimiz ve öz-değerimiz bakımından “yıkıcı” hatta “yok edici” düşünce yapıları geliştirmemize sebep olur. Bu tarz yıkıcı düşünce yapılarından bazıları şöyle sıralanabilir: Olmuşken en iyisi olsun… Bu bardağın yarısı boş… Yenilmek ölmekten beter… Ben kötüyüm/başarısızım/yetersizim… Herşey kusursuz olmalı… Herşeyin bir kuralı var… Ben her zaman haksızım… İltifat ediyorsun, gerçekten de öylemiyim!? Oldu bir kere, artık düzelmez… Diğer bütün duygusal zeka yetkinlikleri ve becerileri gibi özgüven de doğuştan gelen bir özellik değildir. Eğitimle kazanılan bir yetkinliktir. Ancak kişinin bu yetkinliği kazanabilmesi öncelikle bu güvensizliğin farkına varmasıyla, yani sorunuyla ilgili olarak özbilinç geliştirebilmesiyle mümkündür. Bu durumda özgüven kazanmak istediğimiz konuyu belirlemek,değişmekle ilgili derin bir istek duymak, güvenimizi kazandığımız taktirde meydana gelecek sonucu ve değişikliği hayal etmek en uygun seçenekler olacaktır. Bütün bunların yanı sıra kendi olumsuz varsayımlarımızla beslediğimiz “yıkıcı” düşünce yapılarımızı yenmek için bazı “onarıcı” teknikler de var: * Güçlü yönlerimizi belirlemek ve onların üstünde daha çok durmak: Denediğimiz her yeni şey için kendinize şans tanımalıyız. Önemli olan elde edilen sonuç değil, bu yolda harcanan çabalardır. Bu yüzden kendimizi takdir etmeyi bilmeliyiz. * Risk almak: Her yeni deneyime yeni bir öğrenme fırsatı olarak bakabilmek…Asıl olan kazanmak yahut kaybetmek değil! Ancak bu şekilde yeni fırsatlarla karşılaşabiliriz ve kendimizi olduğumuz gibi kabul edebiliriz. Aksi taktirde, her fırsat açılmamış bir kutu olarak içimizde kalacak; dolayısıyla doğrudan başarısızlıkla sonuçlanıp, kişisel gelişimimizi engelleyecektir. * İç konuşma yapmak: İç konuşma yaparak olumsuz varsayımlarımızla başa çıkabiliriz. Kendimize haksızlık ettiğimiz bu durumlarda, “dur bakalım, o kadar da değil”  diyerek daha olumlu varsayımlar üretmeliyiz. Örneğin, herhangi bir şeyin mükemmel olmasını beklediğimiz bir durumda , her şeyi mükemmel yapamayacağımızı, önemli olanın elimizden geldiği kadarını en iyi şekilde yapmaya çalışmak olduğunu kendimize hatırlamak harika bir fikirdir.  * Kişisel değerlendirme yapmak: Kendimizi her şeyden ve herkesten bağımsız olarak değerlendirebilmek… İçsel olarak kendimiz kendi davranışımız hakkında ne düşünüyoruz? Bu tarz bir bakış açısı içsel olarak daha güçlü hissetmemizi sağlayacak ve kişisel gücümüzü başkalarının ellerine teslim etmemizi engelleyecektir. Son Söz: Yaşayacağımız hayat önümüzde duruyor. Kişiliğimizi değiştirebilmemiz mümkün değil belki ama kendimizi gerçekleştirebilmek  ve böylece hayattan daha çok zevk almak  yolunda özgüvenimizi geliştirebilmemiz mümkün. Bize gereken yakıt cesaret. Tıpkı J. B. Conant’ın bahsettiği kaplumbağa gibi başımızı saklandığımız yerden çıkartıp sevgiyle ve cesaretle hayata dalmak. Kaplumbağalar başlarını dışarı çıkarmadan ilerleyemezler. KAYNAKLAR: http://www.kultur.k12.tr/sayfalar/lise/altsayfalar/rehberlik/rehb/ozguven.htm  , s.1.   http://www.couns.uiuc.edu/Brochures/self.htm  , s. 3, copyright, 1996. http://www.utexas.edu/student/cmhc/booklets/selfesteem/selfest.html  , s.2-3, CMHC, 1999, updated, 2002. Personal Excellence MAYIS 2004 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden TUYAN – Eray BECEREN #özbilinç #özgüven

  • Duygusal Zekâ ve Öz Güven

    Photo by The Lazy Artist Gallery on Pexels.com Önemli bir savaş sırasında Japon bir komutan askerlerinin sayısının düşmanlarınkine kıyasla çok daha az olmasına rağmen saldırıya geçmeye karar verir. Ordusunun kazanacağına olan güveni tamdır. Ancak, askerleri zafer konusunda oldukça kaygılıdır. Savaş alanına doğru ilerlerken, yol kenarındaki bir tapınakta durup hep birlikte dua ederler. Daha sonra komutan cebinden bozuk para çıkararak “Şimdi yazı-tura atacağız. Eğer tura gelirse, biz kazanacağız, ama eğer yazı gelirse kaybedeceğiz, kaderimiz böylece ortaya çıkacak” der. Bozuk parayı havaya atar ve herkes sabırsızca paranın yere düşmesini bekler. Tura gelmiştir. Askerler  çok sevinirler; kendilerine olan güvenlerini toplamışlardır. Bu coşkuyla düşmana saldırır ve savaşı kazanırlar. Bir süre sonra yüzbaşı komutanının yanına gelerek onun kehanetini takdir edercesine, “Kimse kaderi değiştiremez” der.  Bunun üzerine “Haklısın” der komutan, iki tarafı da –tura- olan parayı göstererek… Anonim Hepimiz hayatımızın değişik dönemlerinde hikayede bahsedilen askerler gibi, kendimize olan  güvenimizi çeşitli nedenlerle kaybedip, kendimizi yetersiz hissederek kumandayı kadere bırakmayı tercih ederiz. Oysa ki kader diye bildiğimiz olgu, biz elimizden geleni yapmadıkça –tesadüf vakalar dışında- hiç de bizden yana çıkmaz. Hikayede verilen örnek belki biraz abartılmıştır, ancak kendisinin yetersizliğine inanan bir kişi başarısızlıkları yoğun bir biçimde hisseder, ama ilginçtir ki  başına gelenleri değiştirme gücüne sahip olduğuna inanmasını sağlayacak adımı atmaz. Günlük hayatta; herhangi bir sorumluluk aldığımızda yapabildiğimizin en iyisini sergilemeyi, aksi durumlara yaratıcı ve akılcı çözümler getirebilmeyi, aşağılık duygusunun elimizi kolumuzu bağlamamasını, iş ortamında bulunduğumuz toplantılarda fikirlerimizi açıkça ortaya koyabilmeyi ve bu fikirleri açıkça herkese karşı savunabilmeyi  ne kadar da çok isteriz. Fakat bazen, sanki bir şeyler sesimizi keser; beğenilmemek korkusu, dışlanma kaygısı, süregelen düzene boyun eğmişlik ya da yoğun bir yetersizlik hissi, vs. gibi olumsuz öngörüler duygu ve düşüncelerimizi pek az açmamıza ya da hiç açmamamıza neden olur. Öz güveni yeterli düzeyde gelişmemiş olan kişiler kendilerine verilen bir görevi yerine getiremeyeceklerine inanırlar. Bu sebeple, başarısızlık sonrası oluşacak doğal mahcubiyet duygusunu yaşamamak için bu çeşit riskli durumlardan sürekli uzak dururlar. Böyle bir durumda, yüzleşilmesi gereken sorun özgüven eksikliğinin üstesinden nasıl gelineceğidir. Ancak bu sorunu çözebildiğimizde daha mutlu yaşayabilir ve hayatın tadını daha fazla çıkarabiliriz. Özgüven, Duygusal Zekanın alt başlıklarından olan özbilincin önemli bir bileşenidir ki bu bakımdan kişinin özdeğer ve yetenekleri konusunda sağlam bir anlayışa sahip olmasını gerektirir. Özgüveni yüksek olan bir birey kendi yeteneklerine güvenir, hayatını kendi istekleri doğrultusunda kontrol edebileceğine ve gerçekçi hedefler belirleyebildiği müddetçe bu hedeflere ulaşabilmesinin mümkün olduğuna inanır. Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda birbirlerini tamamlayan iki çeşit özgüvenden bahsedilmektedir. Bunlardan birincisi iç, diğeri dış özgüvendir. İç özgüven, kendimizle ilgili hissettiğimiz memnuniyet ve kendimize dair inancımız, dış özgüven ise dışarıya kendimiz hakkında verdiğimiz görüntü ve insanlarla olan iletişimlerimizde farklı duygularımızı ifade edebilme becerimizle ilgilidir. Özgüven hayatımız boyunca beraber olduğumuz insanlarla ve yaşadığımız olaylarla gelişir. Bu konuda çocukluk çağında yaşadığımız deneyimler temel özgüvenimizin şekillenmesi bakımından büyük önem taşır. Bu dönemde kazandığımız başarılar ya da yaşadığımız başarısız deneyimler ve yakın çevremizde bulunan kişilerin (aile bireyleri, öğretmenler, arkadaşlar, vb.) bu durumlarda verdiği tepkiler kendimize olan güvenimizin gelişmesine ve kendimizle ilgili geliştirdiğimiz özdeğer duygusunun artmasına önemli ölçüde katkıda bulunur. Sağlıklı özgüven geliştirebilmiş bir birey ile özgüveni düşük bir bireyin yaşamış oldukları çocukluk deneyimleri arasında farklar gözlenmiştir: SAĞLIKLI ÖZGÜVEN Başarılarından dolayı takdir edilmiş, övgüde bulunulmuş İletişim kurulmuş ve aktif bir şekilde dinlenilmiş, sorunlarıyla ilgilenilmiş Saygıyla  konuşulmuş, kişiliğine değer verilmiş Sevgiyle sarılmış, ilgi görmüş Katıldığı spor faaliyetlerinde ya da okulda başarılı olmuş Güvenilir arkadaşlara sahip olmuş DÜŞÜK ÖZGÜVEN Olumsuz eleştirilere maruz kalmış Azarlanmış, dayak yemiş Aşağılanmış, horlanmış, küçük görülmüş Her zaman mükemmel olması beklenilmiş Spor faaliyetlerinde ya da okulda başarısız olmuş Genel olarak insanlar kendilerini dış dünyadan gelen etkilerden koruyabilmek amacıyla bazı varsayımlar ve bunlarla beslenen bazı düşünce yapıları geliştirirler. Bu varsayımlardan bazıları “zararlı”, bazıları ise “yapıcıdır.” Örneğin, “geçmişte yaptığım hataların cezasını çekiyorum, bugün yaşadığım olumsuz olayların sebebi budur” gibi bir varsayım son derece zararlıdır. “Zararlı” diye tabir edebileceğimiz tipteki varsayımlarımıza pirim vermek öz-güvenimiz ve öz-değerimiz bakımından “yıkıcı” hatta “yok edici” düşünce yapıları geliştirmemize sebep olur. Bu tarz yıkıcı düşünce yapılarından bazıları şöyle sıralanabilir: Olmuşken en iyisi olsun… Bu bardağın yarısı boş… Yenilmek ölmekten beter… Ben kötüyüm/başarısızım/yetersizim… Herşey kusursuz olmalı… Herşeyin bir kuralı var… Ben her zaman haksızım… İltifat ediyorsun, gerçekten de öylemiyim!? Oldu bir kere, artık düzelmez… Diğer bütün duygusal zeka yetkinlikleri ve becerileri gibi özgüven de doğuştan gelen bir özellik değildir. Eğitimle kazanılan bir yetkinliktir. Ancak kişinin bu yetkinliği kazanabilmesi öncelikle bu güvensizliğin farkına varmasıyla, yani sorunuyla ilgili olarak özbilinç geliştirebilmesiyle mümkündür. Bu durumda özgüven kazanmak istediğimiz konuyu belirlemek,değişmekle ilgili derin bir istek duymak, güvenimizi kazandığımız taktirde meydana gelecek sonucu ve değişikliği hayal etmek en uygun seçenekler olacaktır. Bütün bunların yanı sıra kendi olumsuz varsayımlarımızla beslediğimiz “yıkıcı” düşünce yapılarımızı yenmek için bazı “onarıcı” teknikler de var: * Güçlü yönlerimizi belirlemek ve onların üstünde daha çok durmak: Denediğimiz her yeni şey için kendinize şans tanımalıyız. Önemli olan elde edilen sonuç değil, bu yolda harcanan çabalardır. Bu yüzden kendimizi takdir etmeyi bilmeliyiz. * Risk almak: Her yeni deneyime yeni bir öğrenme fırsatı olarak bakabilmek…Asıl olan kazanmak yahut kaybetmek değil! Ancak bu şekilde yeni fırsatlarla karşılaşabiliriz ve kendimizi olduğumuz gibi kabul edebiliriz. Aksi taktirde, her fırsat açılmamış bir kutu olarak içimizde kalacak; dolayısıyla doğrudan başarısızlıkla sonuçlanıp, kişisel gelişimimizi engelleyecektir. * İç konuşma yapmak: İç konuşma yaparak olumsuz varsayımlarımızla başa çıkabiliriz. Kendimize haksızlık ettiğimiz bu durumlarda, “dur bakalım, o kadar da değil”  diyerek daha olumlu varsayımlar üretmeliyiz. Örneğin, herhangi bir şeyin mükemmel olmasını beklediğimiz bir durumda , her şeyi mükemmel yapamayacağımızı, önemli olanın elimizden geldiği kadarını en iyi şekilde yapmaya çalışmak olduğunu kendimize hatırlamak harika bir fikirdir.  * Kişisel değerlendirme yapmak: Kendimizi her şeyden ve herkesten bağımsız olarak değerlendirebilmek… İçsel olarak kendimiz kendi davranışımız hakkında ne düşünüyoruz? Bu tarz bir bakış açısı içsel olarak daha güçlü hissetmemizi sağlayacak ve kişisel gücümüzü başkalarının ellerine teslim etmemizi engelleyecektir. Son Söz: Yaşayacağımız hayat önümüzde duruyor. Kişiliğimizi değiştirebilmemiz mümkün değil belki ama kendimizi gerçekleştirebilmek  ve böylece hayattan daha çok zevk almak  yolunda özgüvenimizi geliştirebilmemiz mümkün. Bize gereken yakıt cesaret. Tıpkı J. B. Conant’ın bahsettiği kaplumbağa gibi başımızı saklandığımız yerden çıkartıp sevgiyle ve cesaretle hayata dalmak. Kaplumbağalar başlarını dışarı çıkarmadan ilerleyemezler. KAYNAKLAR: http://www.kultur.k12.tr/sayfalar/lise/altsayfalar/rehberlik/rehb/ozguven.htm , s.1.   http://www.couns.uiuc.edu/Brochures/self.htm , s. 3, copyright, 1996. http://www.utexas.edu/student/cmhc/booklets/selfesteem/selfest.html , s.2-3, CMHC, 1999, updated, 2002. Personal Excellence MAYIS 2004 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden TUYAN – Eray BECEREN #özbilinç #özgüven

  • Elinden Geleni Yapmak ve Duygusal Zeka

    Photo by Olga on Pexels.com Bir konser çıkışında ünlü kemancı Fritz Kreisler’in bir hayranı ona doğru koşarak coşkuyla, “Sizin kadar güzel çalabilmek için bütün hayatımı verirdim,” der. Kreisler cevap verir: “Ben verdim.” “Yaşam bir serüvendir, hazır bir reçete değil…” Bernard Shaw Zor işler emek ister, sabır ister ve her şeyden önemlisi gönülden bağlı olmayı ve beraberinde gelen zorluklara katlanabilmeyi gerektirir. Elinden geleni yapmak ise zorluklara sakin ve şikayet etmeden katlanmak, gerektiğinde tekrar tekrar denemek, yapabildiği her şeyi yapmak anlamında kullanılır. Bu aslında ilahi bir güçtür. Böylesi bir gücün içinde inanmak, umut beslemek, olumlu düşünmek, sabretmek gibi manevi değerler vardır. Gelin hayattan birkaç örnek verelim… Televizyonda en sevdiğiniz dizi başlamak üzere. Geçen hafta, tam da en merak ettiğiniz yerde bitmişti. Ama sizin yarına hazırlanmanız gereken bir sınavınız veya çok önemli bir toplantınız var. Ne yaparsınız? Bir partiye çağırıldınız, veya bir sinema daveti… Tam da zorlu günden bir gün önce. Cevabınız “eğlence beklesin, şu günü bir atlatayım, sonra eğlenirim nasıl olsa” mı?, yoksa “hayatı kaçırmamak gerek, hiçbir anın tekrarı yok, dönünce çalışırım” mı? Tabi, biliyorsunuz ki dönünce de çok yorgun olacaksınız ve hemen uykunuz gelecek! Yeni bir iş kurdunuz. Veya iş yerinizde yeni bir proje yürütüyorsunuz. İşler ters gidiyor. Ne çalışanlar, ne elde ettiğiniz sonuçlar, ne yatırımınıza rağmen elde ettiğiniz kazanç hiç biri olumlu değil… Ne yapmak gerek? Başarısızlıklara karşın moralinizi yüksek tutmak, yeniden denemek ve çözümler üretmek mi? Pes etmek, geri çekilmek, karamsar bir tavır içerisine girip etrafınızdakilere hayatı zindan etmek mi? Bu konuda sayısız örnek verilebilir. Hatta bu satırları okurken sizin de aklınıza benzer örnekler gelmiştir. Anlaşıldığı üzere, elinden geleni yapmanın en önemli şartı, kişinin kapasitesi dahilinde olanı yapabilmesidir. Kısacası, her durumda yapabileceğinin en iyisini ortaya koyması… İşte bu noktada, hissedilen duygu –sonuç olumsuz dahi olsa yıkıcı olmaz. Çünkü bilinir ki elinden geleni yapmanın sonucu ya başarıdır ya da –hayırlısı olsun, kısmet değilmiş dedirterek başarısızlıktan kaynaklanan üzüntüyü veya hayal kırıklığını yatıştıran ferah bir iç huzuru… Elinden geleni yapmak Duygusal Zeka gerektirir… Elinden geleni yapabilmek bir duygusal zeka becerisidir. Araştırmalar bu becerinin öncelikle aile ortamında ve yakın çevrede kurulan güvenli, sevecen ve destekçi ilişkilerle beslendiğini gösteriyor. Bu tip ortamlarda sergilenen örnek davranışlar model teşkil ediyor ve kişi davranışı konusunda cesaretlendirildiğinde bu beceriyi daha kolay edinebiliyor. Bu beceriyle ilgili olan, ve gelişmesine yardımcı olabilecek diğer bazı duygusal zeka becerileri ise şöyle; Gerçekçi ve uygulanabilir planlar yapabilmek ve bu planların gerektirdiği aşamaları yürütmek konusunda yeterli olmak, Kişinin kendisiyle ilgili olumlu düşünmesi, güçlü yönlerine ve becerilerine olan inancı, İletişim ve sorun çözme becerileri konusunda donanımlı olmak, Kuvvetli duygu ve dürtülerle etkili bir şekilde baş edebilmek. Zavallı tavşancık karga olmak kolay mı?  Karga bütün gün hiçbir şey yapmadan ağacın en yüksek dalında duruyordu. Onu gören küçük bir tavşan sordu: “Ben de senin gibi bütün gün hiçbir şey yapmadan oturabilir miyim?” “Elbette” dedi karga, “neden olmasın?” Tavşan da onun bu yanıtı üzerine olduğu yere çöktü ve hiçbir şey yapmadan oturmaya başladı. Bir süre sonra çalılıkların arasından bir tilki fırlayıp tavşanın üstüne atladı ve onu oracıkta yiyiverdi. Aşağıda olup bitenleri üzüntüyle izleyen karga kendi kendine söylendi: “Hem aşağıda olup hem de hiçbir şey yapmadan oturabilmenin bedeli çok yüksektir tavşan kardeş… Sen işin bu yanını hiç düşünmedin…” Lara Barto Elinden geleni yapma becerinizi geliştirmek için 10 öneri: 1. Yakınlarınızla olan bağlarınızı güçlendirin. Aile bireyleriyle, arkadaşlarla ve diğerleriyle kurulan iyi ilişkiler önemlidir. Sizi önemseyen ve yargılamadan dinleyecek kişilerden yardım ve destek kabul etmek zorluklarla mücadele gücünüzü artırır. 2. Zor durumları aşılamaz problemler olarak görmekten vazgeçin. Stresli olayların yaşanmasını engelleyemezsiniz. Önemli olan, bu tür durumları nasıl yorumladığınız ve nasıl tepkiler verdiğinizdir. 3. Değişimin hayatın bir parçası olduğunu kabul edin. Bazı hedeflere ulaşmanız mümkün olmayabilir. Değiştiremeyeceğiniz durumları kabul etmek, değiştirebileceğiniz durumlara yoğunlaşabilmenizi sağlayacaktır. 4. Hedeflerinize yönelin. Gerçekçi hedefler belirleyin ve uygulamak için küçük de olsa her gün bir şeyler yapın. 5. Kararlı olun. Karşılaştığınız problemler ve stresli durumlar sizi yıldırmasın! 6. Kendinizi keşfetmek için fırsat kollayın. Yenilgi insanı olgunlaştırır. Üzücü olaylar yaşamış ama zorlukların üstesinden gelmiş olan kişiler daha güçlü, daha inançlı ve hayata daha bağlıdırlar. 7. Problem çözme becerilerinize ve bu konudaki içgüdülerinize güvenin. 8. Olayların bakış açınızın dışına çıkmasına müsaade etmeyin. Yaşanılan olaylar ne kadar üzücü olursa olsun, uzun vadedeki etkilerini göz önünde bulundurmaya çalışın. 9. Hayata umutla bakın. Olumlu bir bakış açısı hayattan iyi şeyler beklemenizi sağlar. Olmasından korktuğunuz şeyler yüzünden kaygılanmak yerine, olmasını istediğiniz şeyleri gözünüzde canlandırmayı deneyin. 10.Kendinize iyi bakın. Kendi duygu ve ihtiyaçlarınızı önemseyin. Yapmaktan zevk aldığınız ve rahatlamanızı sağlayan uğraşlar edinin. Düzenli olarak spor yapın. Böylece, elinizden geleni yapmanız gereken durumlara karşı zihninizi ve bedeninizi hazırlamış olursunuz. Personal Excellence OCAK 2005 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan & Eray Beceren #ÖzYönetim #ElindenGeleniYapmak

  • Elinden Geleni Yapmak ve Duygusal Zeka

    Photo by Olga on Pexels.com Bir konser çıkışında ünlü kemancı Fritz Kreisler’in bir hayranı ona doğru koşarak coşkuyla, “Sizin kadar güzel çalabilmek için bütün hayatımı verirdim,” der. Kreisler cevap verir: “Ben verdim.” “Yaşam bir serüvendir, hazır bir reçete değil…” Bernard Shaw Zor işler emek ister, sabır ister ve her şeyden önemlisi gönülden bağlı olmayı ve beraberinde gelen zorluklara katlanabilmeyi gerektirir. Elinden geleni yapmak ise zorluklara sakin ve şikayet etmeden katlanmak, gerektiğinde tekrar tekrar denemek, yapabildiği her şeyi yapmak anlamında kullanılır. Bu aslında ilahi bir güçtür. Böylesi bir gücün içinde inanmak, umut beslemek, olumlu düşünmek, sabretmek gibi manevi değerler vardır. Gelin hayattan birkaç örnek verelim… Televizyonda en sevdiğiniz dizi başlamak üzere. Geçen hafta, tam da en merak ettiğiniz yerde bitmişti. Ama sizin yarına hazırlanmanız gereken bir sınavınız veya çok önemli bir toplantınız var. Ne yaparsınız? Bir partiye çağırıldınız, veya bir sinema daveti… Tam da zorlu günden bir gün önce. Cevabınız “eğlence beklesin, şu günü bir atlatayım, sonra eğlenirim nasıl olsa” mı?, yoksa “hayatı kaçırmamak gerek, hiçbir anın tekrarı yok, dönünce çalışırım” mı? Tabi, biliyorsunuz ki dönünce de çok yorgun olacaksınız ve hemen uykunuz gelecek! Yeni bir iş kurdunuz. Veya iş yerinizde yeni bir proje yürütüyorsunuz. İşler ters gidiyor. Ne çalışanlar, ne elde ettiğiniz sonuçlar, ne yatırımınıza rağmen elde ettiğiniz kazanç hiç biri olumlu değil… Ne yapmak gerek? Başarısızlıklara karşın moralinizi yüksek tutmak, yeniden denemek ve çözümler üretmek mi? Pes etmek, geri çekilmek, karamsar bir tavır içerisine girip etrafınızdakilere hayatı zindan etmek mi? Bu konuda sayısız örnek verilebilir. Hatta bu satırları okurken sizin de aklınıza benzer örnekler gelmiştir. Anlaşıldığı üzere, elinden geleni yapmanın en önemli şartı, kişinin kapasitesi dahilinde olanı yapabilmesidir. Kısacası, her durumda yapabileceğinin en iyisini ortaya koyması… İşte bu noktada, hissedilen duygu –sonuç olumsuz dahi olsa yıkıcı olmaz. Çünkü bilinir ki elinden geleni yapmanın sonucu ya başarıdır ya da –hayırlısı olsun, kısmet değilmiş dedirterek başarısızlıktan kaynaklanan üzüntüyü veya hayal kırıklığını yatıştıran ferah bir iç huzuru… Elinden geleni yapmak Duygusal Zeka gerektirir… Elinden geleni yapabilmek bir duygusal zeka becerisidir. Araştırmalar bu becerinin öncelikle aile ortamında ve yakın çevrede kurulan güvenli, sevecen ve destekçi ilişkilerle beslendiğini gösteriyor. Bu tip ortamlarda sergilenen örnek davranışlar model teşkil ediyor ve kişi davranışı konusunda cesaretlendirildiğinde bu beceriyi daha kolay edinebiliyor. Bu beceriyle ilgili olan, ve gelişmesine yardımcı olabilecek diğer bazı duygusal zeka becerileri ise şöyle; Gerçekçi ve uygulanabilir planlar yapabilmek ve bu planların gerektirdiği aşamaları yürütmek konusunda yeterli olmak, Kişinin kendisiyle ilgili olumlu düşünmesi, güçlü yönlerine ve becerilerine olan inancı, İletişim ve sorun çözme becerileri konusunda donanımlı olmak, Kuvvetli duygu ve dürtülerle etkili bir şekilde baş edebilmek. Zavallı tavşancık karga olmak kolay mı?  Karga bütün gün hiçbir şey yapmadan ağacın en yüksek dalında duruyordu. Onu gören küçük bir tavşan sordu: “Ben de senin gibi bütün gün hiçbir şey yapmadan oturabilir miyim?” “Elbette” dedi karga, “neden olmasın?” Tavşan da onun bu yanıtı üzerine olduğu yere çöktü ve hiçbir şey yapmadan oturmaya başladı. Bir süre sonra çalılıkların arasından bir tilki fırlayıp tavşanın üstüne atladı ve onu oracıkta yiyiverdi. Aşağıda olup bitenleri üzüntüyle izleyen karga kendi kendine söylendi: “Hem aşağıda olup hem de hiçbir şey yapmadan oturabilmenin bedeli çok yüksektir tavşan kardeş… Sen işin bu yanını hiç düşünmedin…” Lara Barto Elinden geleni yapma becerinizi geliştirmek için 10 öneri: 1. Yakınlarınızla olan bağlarınızı güçlendirin. Aile bireyleriyle, arkadaşlarla ve diğerleriyle kurulan iyi ilişkiler önemlidir. Sizi önemseyen ve yargılamadan dinleyecek kişilerden yardım ve destek kabul etmek zorluklarla mücadele gücünüzü artırır. 2. Zor durumları aşılamaz problemler olarak görmekten vazgeçin. Stresli olayların yaşanmasını engelleyemezsiniz. Önemli olan, bu tür durumları nasıl yorumladığınız ve nasıl tepkiler verdiğinizdir. 3. Değişimin hayatın bir parçası olduğunu kabul edin. Bazı hedeflere ulaşmanız mümkün olmayabilir. Değiştiremeyeceğiniz durumları kabul etmek, değiştirebileceğiniz durumlara yoğunlaşabilmenizi sağlayacaktır. 4. Hedeflerinize yönelin. Gerçekçi hedefler belirleyin ve uygulamak için küçük de olsa her gün bir şeyler yapın. 5. Kararlı olun. Karşılaştığınız problemler ve stresli durumlar sizi yıldırmasın! 6. Kendinizi keşfetmek için fırsat kollayın. Yenilgi insanı olgunlaştırır. Üzücü olaylar yaşamış ama zorlukların üstesinden gelmiş olan kişiler daha güçlü, daha inançlı ve hayata daha bağlıdırlar. 7. Problem çözme becerilerinize ve bu konudaki içgüdülerinize güvenin. 8. Olayların bakış açınızın dışına çıkmasına müsaade etmeyin. Yaşanılan olaylar ne kadar üzücü olursa olsun, uzun vadedeki etkilerini göz önünde bulundurmaya çalışın. 9. Hayata umutla bakın. Olumlu bir bakış açısı hayattan iyi şeyler beklemenizi sağlar. Olmasından korktuğunuz şeyler yüzünden kaygılanmak yerine, olmasını istediğiniz şeyleri gözünüzde canlandırmayı deneyin. 10.Kendinize iyi bakın. Kendi duygu ve ihtiyaçlarınızı önemseyin. Yapmaktan zevk aldığınız ve rahatlamanızı sağlayan uğraşlar edinin. Düzenli olarak spor yapın. Böylece, elinizden geleni yapmanız gereken durumlara karşı zihninizi ve bedeninizi hazırlamış olursunuz. Personal Excellence OCAK 2005 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan & Eray Beceren #ÖzYönetim #ElindenGeleniYapmak

  • Duygusal Zekâ Kavramının Gelişimi

    Derleyen: Eray Beceren (Aralık 2004) Son yıllarda yapılan araştırmalar, IQ’nun hayattaki başarıya katkısının %10’dan fazla olmadığını göstermektedir. Yüksek IQ, başarının, prestijin veya mutlu bir yaşamın garantisi olmadığı halde, okullarımızda ve kültürümüzde akademik yetkinlik hala ön planda tutulmakta; günlük hayatımızda büyük önem taşıyan sosyal ve duygusal becerilerin geliştirilmesi ihmal edilmektedir. Duygusal ve sosyal kapasitesi yüksek kişiler – yani, duygularını iyi bilen, onları kontrol edebilen, başkalarının duygularını anlayan ve bunları ustalıkla idare edebilenler – hayatlarının gerek özel gerekse mesleki alanlarında daha avantajlı bir konuma geçerler. Duygusal ve sosyal becerileri gelişmiş insanlar hayatta daha mutlu ve üretken oluyorlar. Duygularını kontrol edemeyen kişiler ise, net düşünebilme ve işlerine konsantre olabilme yeteneklerini engelleyen içsel bir mücadeleye giriyorlar. Son yıllarda, bazı araştırmacılar insan zekasını eski yöntemlerle incelemenin sınırlamalarını keşfettiler. Howard Gardner 1980’lerin başlarında IQ yaklaşımını sorgulamaya başladı. “Frames of Mind” adlı kitabında yaşamdaki başarı açısından hayati derecede önem taşıyan yalnızca tek bir zeka türü olmadığını, ancak zeka türlerinin daha geniş bir yelpazede ele alınabileceğini öne sürüyordu. (Møller, 1999, s. 217). Bu alandaki öncü isimlerden bir diğeri de Robert Sternberg’dir. Sternberg, yüksek IQ’nun akademik başarı getirebileceğine fakat hayatın diğer alanlarında hedefe yönelik eylemlere yol açmayacağına inanmaktadır. Kendi standartları veya başkalarının standartları doğrultusunda başarıyı yakalamış insanlar sadece okullarda değer verilen hareketsiz zekaya güvenmekten çok birçok alanda beceri sahibi olmuş, bu becerileri geliştirmiş ve uygulamış kişilerdir. (Møller, 1999, s. 222). ABD’de 1985 yılında bir doktora öğrencisi (Payne, Wayne Leon) A study of emotion: Developing Emotional Intelligence; Self-integration; Relating to fear, Pain and Desire (Theory, Structure of reality, Problem-solving, contraction / expansion, tuning in/coming out/letting go) başlığı taşıyan bir doktora tezi yazmıştır. Bu çalışma ilk olarak “Emotional Intelligence” kavramının akademik çevrelerde kullanılmasıydı. 1990 yılında Harvard Üniversitesi’nden psikolog Peter Salovey ve New Hampshire Üniversitesi’nden psikolog John Mayer “Emotional Intelligence” ile ilgili iki tane makale yayımladılar. Bu profesörler, insanların duygusal alandaki yetilerini bilimsel olarak ölçmeyi denemişlerdir. Bu hocaların bulguları, bazı insanların diğerlerinden, kendi duygularını tanımlamada, başkalarının duygularını tanımlamada ve duygusal konularda problem çözmede daha iyi olabileceğini ortaya koyuyordu. Geçtiğimiz on yılda bu profesörler, duygusal zekamızı ölçmeye yönelik iki değişik test geliştirdiler. Onların çalışmaları genellikle akademik çevre içinde kaldı. Başarı için önemli görülen “empati, duyguları ifade etme ve anlama, mizacı kontrol etme, bağımsızlık, uyum sağlayabilme, beğenilme, kişiler arası sorunları çözme, sebat, sevecenlik, nezaket, saygı… ” gibi duygusal nitelikleri betimlemek için kullanılan bu kavramın “şöhret” olması, ancak 1995’de psikoloji alanında doktoralı gazeteci-yazar Daniel Goleman’ın “Duygusal Zekâ” (Goleman, Daniel (1995). Emotional Intelligence: Why It Can Matter More Than IQ. New York: Bantam Books.) kitabını yayınlaması ile gerçekleşmiştir. Meşhur olmadan önce Goleman, New-York Times gazetesine ve Popular Psychology dergisine yazılar yazan bir gazeteciydi. 1994 ve 1995 senelerinde “Duygusal Okur-Yazarlık” üzerine bir kitap yazmayı planlıyordu. Bu kitap için okulları ziyaret ederek, duygusal okur-yazarlığı geliştirmek için hangi programları geliştirdiklerini öğreniyordu. Aynı zamanda da genel olarak duygular üzerine yoğun incelemeler yapıyordu. En çok da Mayer ve Salovey yazılarını okuyordu. Bir noktada Goleman kitabın ismini “Duygusal Zeka” olarak değiştirdi. Bu isimle daha popüler olacağını ve iyi satacağını düşünmüştü. Böylece 1995’te “Duygusal Zeka” yayınlandı. Bu kitapla “Duygusal Zekâ” Time dergisinin kapağında boy göstermiş, okullardan şirketlere dek yönetim odalarında sohbet konusu yapılmış, ünü Beyaz Saray’a kadar uzanmıştır. ABD Başkanı Clinton, esi Hillary tarafından kendisine armağan edilen bu kitap için “mükemmel bir kitap, çok ilginç, çok sevdim.” sözleriyle onun önemini ve değerini vurgulamıştır. Kitap için iyi planlanmış bir promosyon çabasının gereği, Goleman Amerikan televizyonlarında görünmeye başladı. Aynı zamanda kitabını tanıtmak için büyük bir konferans turuna da başladı. Kendisinin ve yayıncısının çabaları sayesinde kitabı uluslararası bir best-seller oldu. New-York Times gazetesinin çok satanlar listesinde neredeyse bir yıl kaldı ve Goleman’a iyi paralar kazandırdı. Kitabında; beyin, duygular ve davranışlar üzerine bir sürü ilginç bilgiyi bir araya getirmişti. Goleman kitapta kendi fikirlerine çok az ve yüzeysel yer verdi, ve buna bağlı olarak kendi önyargılarına ve inanışlarına da. Genellikle yaptığı, diğerlerinin işlerini toplamak, onları organize ve dramatize etmekti. Ünlü olduğu 1995’ten beri Goleman duygusal zekanın aktüel araştırmasını yapmıştır. Kitabı 1995’te yayınladıktan sonra yöneticilerin, kendi fikirlerine büyük paralar ödemeye hazır olduklarını keşfetmiştir. Goleman buralardan çok iyi para kazanınca NYT’daki işinden ayrılmış ve çok uluslu bir konsorsiyum ( http://eiconsortium.org ) kurmuştur. Aynı zamanda sadece iş pazarına özel bir kitap (Goleman, Daniel (1998). Working With Emotional Intelligence. New York; Bantam Books.) daha yazmıştır. Bu kitapta da duygusal zekanın tanımını kendine göre yapmış ve duygusal zekanın 25 yeti, yetenek ve ustalıktan oluştuğunu açıklamıştı. Öbür tarafta ise Mayer ve Salovey duygusal zeka hakkında yorum yapmakta temkinli davranıyor ve kavramın “başarı, mutluluk ve ideal vatandaş hakkında etkilerini saptamada ihtiyatlı oluyorlardı ve para kazanmaktan çok bilimsel gerçekler üzerinde duruyorlardı. Bu profesörler ve Caruso (MSC) EI’nin zekanın gerçek bir formu olduğunu ve bilimsel olarak ölçülemeyeceğini düşünüyorlardı. ( www.eqi.org ) DUYGUSAL ZEKANIN TANIMI: 1980’lerin başında, İsrailli Psikolog Dr. Reuven Bar-On, duygusal zeka kavramını geliştirmeye başlamış; “Bir kişinin çevresel baskılarla ve isteklerle başa çıkmak için başarılı olma yetisinde; duygusal kişsel ve sosyal yeteneklerinin bir bütünüdür.” şeklinde tanımlamıştır. (Møller, 1999, s. 218). Peter Salovey ve John Mayer, 1990’da Duygusal Zekayı şöyle açıklamışlardır : “Bir kişinin kendi ya da başkalarının hislerini ve duygularını yansıtabilme, onları ayırt edebilme ve kişinin düşüncesi ve eyleminde bu bilginin kullanılmasıdır.” (Møller, 1999, s. 219). Daniel Goleman, 1995 yılında yayınlanan “Duygusal Zeka” adlı kitabında “Duygusal zekayı kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi, ve duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilmesi yetisi” olarak tanımlıyor. (Goleman, 1996). Goleman’a göre; beynin düşünen parçası, beynin duygusal parçasından ürüyor. Beynin düşünen ve duygusal parçaları genelde yaptığımız her şeyde birlikte çalışıyor ve gerek iş yaşamında gerekse özel yaşamda başarılı ve mutlu olmak, insanların duygusal zeka becerilerine bağlıdır. KAYNAKLAR: Goleman, Daniel. (1996). Duygusal Zeka Neden IQ’dan Daha Önemlidir? İstanbul: Varlık Yayınları. Goleman, Daniel. (1998). İşbaşında Duygusal Zekâ. İstanbul: Varlık Yayınları. Goleman, Daniel, Boyatzis, Richard, McKee, Annie. (2003) Yeni Liderler. İstanbul: Varlık Yayınları. Møller, Claus. (2000). Hearthwork. Hillerød: TMI. https://www.danielgoleman.info/

  • Sınıf Yönetiminde Duygusal Zeka Becerilerinin Kullanılması

    Seden Tuyan & Eray Beceren Özet Son 20 yılın en çok konuşulan ve araştırılan konulardan biri olan “Duygusal Zekâ (EQ)”, bir çok alanda olduğu gibi eğitim-öğretim alanında da önemle dikkate alınması gereken kavramlardan biridir. Eğitim girdisi ve çıktısı insan olan tek alandır ve bu alanda ülkelerin geleceği olan çocuklar yetiştirilmektedir. Bu sebeple, hedef her yönden sağlıklı bir eğitim sistemi oluşturmak iken, hazırlanan müfredat programlarının eğitim ve öğretim konusunda öğrenmenin sadece bilişsel yönüne (salt zeka-IQ) odaklı olması ve bu arada duygu, düşünce ve davranış ilişkisinin (kısaca EQ becerilerinin)hayat başarısına olan önemli katkılarının göz ardı edilmesi eğitim alanında verimsiz sonuçlar elde edilmesine sebep olmaktadır. Bu bakış açısıyla, öncelikle, IQ odaklı müfredat programları tekrar gözden geçirilmeli, duygusal beceri ve yetkinlikleri geliştirmeye yönelik eksiklikler belirlenmeli ve etkili bir şekilde kullanılmak üzere programa dahil edilmelidir. Diğer taraftan, başarılı bir eğitim sistemi geliştirebilmek konusunda son yıllarda yapılan ve yayınlanan çalışmalar gözden geçirildiğinde, öğretmenlerin de kendi sosyal ve duygusal becerilerini uygun bir şekilde kullanabilmelerinin ne kadar önemli olduğu, özellikle kendi duygularının farkında olan, olumsuz duygu ve dürtüleri kontrol edebilmeyi başaran, öğrencileriyle etkili. İletişim kurabilen ve düşünce ve eylemlerinde bu bilgileri kullanabilen öğretmenlerin başarılı bir eğitim sistemindeki vazgeçilmez rolü önemle ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda, duygusal okuryazarlığını geliştirebilen öğretmenler sınıf yönetiminde uyguladıkları yöntemleri ve çağdaş eğitim anlayışına olan bakış açılarıyla diğer öğretmenlerden her zaman bir adım önde olacaklardır. Sonuç olarak, insan nitelikleri ve örgütsel yapılar açısından yetersiz kalması karşısında, bilişsel düşünce süreçleriyle birlikte duyguların ve sezgilerin önemini vurgulayan, rekabet gücünü artırma ve yaratıcı güdüleri geliştirme gereğini ileri süren duygusal ve sosyal becerilerin geliştirilmesi (duygusal zekâ ) yaklaşımı, yeni yüzyılda da üzerinde önemle durulması gereken konulardan biri olacaktır. #AkademikMakale #SınıfYönetimi

  • Harrison Assessments Yetenek Yönetim Sisteminin Havacılık Sektöründe Kullanılması

    1. Havacılık, Uzay ve Psikoloji Kongre’sinde (HUP) Poster bildiri olarak sunulmuştur. (7-8 aralık 2019) Ayça Mumkule Erşipal & Eray Beceren Amaç: Kokpit, kabin ve hava trafik kontrolörü personelinin seçimi ile kariyer gelişiminin yanı sıra, uçuş emniyeti konusunda kalıcı, sürdürülebilir ve etkili bir yetenek yönetimi sisteminin oluşturulup kullanılması. Yöntem: Elektronik ortamda uygulanan ve sonuçları 175 davranış eğilimi ve 6500+ iş başarı formülü üzerinden değerlendirilen “Harrison Assessments” Yetenek Yönetimi sisteminin kullanılması. Bulgular: Elektronik ortamda alınan verilerin bireysel ve ekip olarak değerlendirilmesiyle etkin sonuçlar çıkarılması mümkündür. Sonuç: Sistemin kullanılması ile Pilotlar için; Eğitmen pilotların seçimi ve eğitimi için “Yetişkin Eğitimleri Eğitmeni” raporunun almak ve değerlendirmek, Kaptanlık terfii için raporlar alınmak ve değerlendirilmek, Kaptanlık adayları için “Liderlik Raporu” almak ve gelişim planı oluşturmak. Uçuş Emniyet için; Stres faktörlerini belirlemek ve stres altındaki davranış savrulmalarını tespit ederek önlem almak, “Peer Support” konusunda supporter’ların seçimi ve eğitimi için oluşturulacak “Supporter” iş kriterlerine uygun olarak rapor almak ve değerlendirmek. Kabin Ekibi için; Kabin ekibi eğitmenlerinin seçimi ve eğitimi için “Yetişkin Eğitimleri Eğitmeni” raporu almak ve değerlendirmek, Kabin Amiri terfii için rapor almak ve değerlendirilmek, Kabin Amiri adayları için “Liderlik Raporu” almak seçim ve gelişim planı oluşturmak. Hava Trafik Kontrolörleri için; Personel seçimi ve gelişim planlamalarını oluşturmak, Stres faktörlerini belirlemek ve stres altındaki davranış savrulmalarını tespit ederek önlem almak, Karar alma ve stresi yönetme savrulmalarını kontrol altında tutmak. Yöneticilere ekipleri ile ilgili; Yönetme, Geliştirme ve Kalıcılık Sağlama Raporu Bağlılık ve Kalıcılık Raporu Grup raporları Gerekli görülecek personel ve yöneticiler için; “Duygusal Zekâ Raporu” “Liderlik Raporu” “İşbirliği ve Ekip Raporu” “VUCA Raporu” ve “Özel Davranışsal Yetkinlikler Raporu” alınması, eğitim ve gelişimleri için katkı sağlayacaktır. Raporların tamamı CRM eğitimleri için de katkı sağlayacaktır. #YetenekYönetimi #Havacılık #CRM #Liderlik #EkipKaynakYönetimi

  • “Duygusal Zekâ” alt yapısında neler var?

    ABD’de Spektrum projesi üzerinde çalışan Harvard Eğitim Okulu’ndan psikolog Howard Gardner çalışmalar esnasında görüşlerini şöyle paylaşmıştı. “Artık yetenekler yelpazesi hakkındaki görüşümüzü genişletmenin zamanı geldi. Okulun, çocuğun gelişimine yapabileceği en büyük katkı, onu yetenekleri doğrultusunda en mutlu ve yeterli olabileceği bir alana yönlendirmektir. Biz bunu tamamen unuttuk. Bunun yerine herkesi, başarılı olursa en çok üniversite hocalığına uygun düşecek bir eğitime tabi tutup bu kısıtlı başarı standardına uyup uymadığına göre değerlendiriyoruz. Artık çocukları notlarına göre sıralamaya daha az; onların kendilerine özgü yetenek ve özelliklerini keşfetmelerine yardımcı olmaya ve bunları geliştirmeye ise daha çok zaman ayırmalıyız. Başarılı olmanın yüzlerce, binlerce yolu var ve hedefe ulaşmaya yardımcı olacak bir sürü değişik yetenek bulunuyor.” Zekâ hakkındaki eski görüşlerin sınırlarını en iyi gören kişi olan Gardner, IQ testlerinin parlak döneminin Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte başladığını söylüyor. O zamanlar iki milyon Amerikalı erkek, IQ testinin Stanford’lu bir psikolog olan Lewis Terman tarafından yeni geliştirilmiş, kurşun kalem ve kâğıtla uygulanan kitlesel biçimiyle sınıflandırılmıştı. Bu durum senelerce, Gardner’ın deyişiyle “IQ tarzı düşünme”ye yol açtı. “İnsanlar ya zekidir ya değildir, o şekilde doğmuşlardır, bunu değiştirmek için yapılacak pek fazla bir şey yoktur ve testler de size zeki kişiler arasında olup olmadığınızı söyler. Üniversite girişlerinde kullanılan SAT testi de tek bir yetenek türünün geleceğinizi belirlediğini öne süren anlayışa dayalıdır. Bu tarz düşünce toplum içinde yaygındır.” Gardner’ın 1983 tarihli önemli kitabı Frames of Mind (Zihin Çerçeveleri), IQ görüşüne karşı çıkan bir bildiri niteliğindeydi ve hayatta başarılı olmak için tek tip bir zekânın şart olmadığı, yedi temel çeşitlemesi olan geniş bir yetenekler yelpazesi bulunduğunu öne sürüyordu. Gardner, yedi rakamının zekâ türlerini tespitte rasgele bir sayı olduğunu kabul ediyor; insan yeteneklerinin çokluğunu ifade edecek herhangi sihirli bir sayı yok gibidir. Bir noktada Gardner ve çalışma arkadaşları, değişik türde zekâları yediden yirmiye çıkardılar. Gardner’ın çok yönlü zekâ tanımlamasının evrimi devam ediyor. Kuramını yayınladıktan on yıl sonra, Gardner kişisel zekâların şu özlü tanımını yaptı: Kişiler arası ilişkilerde zekâ, diğer insanları anlamaktır: Onları ne harekete geçirir, nasıl çalışırlar, onlarla nasıl işbirliği yapılabilir? Başarılı satıcılar, politikacılar, öğretmenler, klinik doktorlar ve dini liderler büyük olasılıkla yüksek düzeyde kişiler arası zekâya sahiptir. Birey içindeki zekâ… içe dönük, karşılıklı bir yetenektir. Kişinin kendisi hakkında dikkatli, doğru bir model oluşturup bunu etkili bir yaşam sürebilmek için kullanma becerisidir. Gardner bir başka konuşmasında kişiler arası zekânın temelinde “diğerinin ruh halini, mizacını, güdülerini, arzularını anlayıp ona uygun tepkiler verme yeteneği”nin olduğunu; kişisel zekânınsa, özbilincin anahtarı olan “kendi duygularına ulaşabilme, bunları ayırt edip davranışını buna göre yönlendirme”yi de içerdiğini söylemiştir. Gardner’ın incelemelerinde kişisel zekânın kabaca değinilen, ancak çok az araştırılmış bir boyutu var: Duyguların rolü. Belki de bunun nedeni, Gardner’ın bana söylediği gibi, çalışmasının, zihnin bilişsel-bilim modelinden oldukça etkilenmiş olmasıdır. Bundan ötürü bu zekâlar hakkındaki görüşlerinde biliş –kendinin ve diğerlerinin güdülerini, çalışma alışkanlıklarını anlama ve bunları hayata geçirip ilişkilerinde kullanabilme– vurgulanmıştır. Ancak fiziksel parlaklığın kendini sözsüz ifade ettiği kinestetik duyguların dünyası da dil ve bilişin ötesine uzanır. Gardner’a neden duygularla ilgili düşünceler ya da bilişüstü üzerinde duyguların kendisinden daha fazla durduğunu sorduğumda, zekâyı bilişsel açıdan ele aldığını kabul ederken, şunları da söyledi: “Kişisel zekâlar hakkında yazmaya başladığımda, duygulardan söz ediyordum; özellikle de kişisel zekâ anlayışımda bunun bir parçası, kendi duygularına kulak verebilmektir. Kişilerarası zekâ açısından, içten gelen duygu sinyallerine mutlaka ihtiyaç vardır. Ancak pratikte çoğul zekâ kuramı, tüm duygusal yetenekler yelpazesi ’bilişüstü’ –yani, kendi zihinsel süreçlerinin farkında olmak– üzerinde odaklaşacak şekilde gelişti.” Yine de, Gardner duygusal yeteneklerin ve ilişki becerilerinin hayat mücadelesi içinde ne kadar önemli olduklarının farkında. Gardner bunu, “Kişisel zekâsı zayıf olan 160 IQ’lu birçok kişi, bu yönü kuvvetli olan 100 IQ’lu kişilerin altında çalışıyor. Günlük hayatta kişiler arası zekâdan daha önemli bir zekâ türü yok. Eğer bu eksikse, kiminle evleneceğinize, nerede çalışacağınıza vb. dair kötü kararlar verebilirsiniz. Kişisel zekâ alanında çocuklarımızı okullarda eğitmeliyiz,” diyerek belirtiyor. Böylesi bir eğitimin nasıl olabileceğini daha iyi anlamak için Gardner’in görüşüne katılan diğer kuramcılara; en başta duygulara zekânın nasıl katılabileceğini ayrıntılı olarak açıklamış olan psikolog Peter Salovey ve John Mayer’e bakmak gerekiyor. Salovey meslektaşı Gardner ile birlikte, duygusal zekânın ayrıntılı bir tanımını sunarak, bu yetenekleri beş ana başlık altında toplamıştır:14 Özbilinç. Kendini tanıma –bir duyguyu oluşurken fark edebilme– duygusal zekânın temelidir. Duyguları idare edebilmek. Duyguları uygun biçimde idare yeteneği, özbilinç temeli üstünde gelişir. Kendini harekete geçirmek. Duyguları bir amaç doğrultusunda toparlayabilmek, dikkat edebilme, kendini harekete geçirebilme, kendine hâkim olabilme ve yaratıcılık için gereklidir. Başkalarının duygularını anlamak. Duygusal özbilinç temeli üzerinde gelişen diğer bir yetenek olan empati, insanlarla ilişkide temel beceridir. İlişkileri yürütebilmek. İlişki sanatı, büyük ölçüde, başkalarının duygularını idare etme becerisidir. Kuşkusuz, insanlar bu beş alandaki yetenekleri açısından farklılık gösterirler; örneğin bazılarımız kolaylıkla kendi kaygılarını yatıştırabilirken, başkalarını yatıştırma konusunda oldukça beceriksiz olabilir. Yetenek düzeyimizin temelinde hiç kuşkusuz sinir sistemimiz bulunur; ancak ileride de göreceğimiz gibi, beyin olağanüstü bir esneklikte, sürekli öğrenen bir organdır. Duygusal becerilerdeki aksaklıklar telafi edilebilir. Bu alanlardan her biri büyük ölçüde bir alışkanlıklar ve tepkiler bütününü temsil eder; doğru yönde çaba harcayarak ıslah edilebilir. KAYNAK: Duygusal Zekâ, Daniel Goleman, Varlık Yayınları. #ÇokluZekaTeorisi #DuygusalZeka #HowardGardner

  • Facebook
  • Twitter
  • LinkedIn
  • Instagram
  • YouTube

©2021, Anahtar Eğitim

bottom of page