
Arama Sonuçları
Boş arama ile 751 sonuç bulundu
- Empati Geliştirilebilir
Empati ölçülebilen ve geliştirilebilen bir beceridir. İşte size empati becerinizi geliştirebilmeniz için birkaç öneri… İyi bir dinleyici olun ve sadece cevap vermek için değil, anlamak için dinleyin. Anladığınıza emin olmak için sorular sorun. Sadece kulaklarınızla değil bütün duyularınızla dinleyin. Beden dili ve ses tonlarından iletişim halinde olduğunuz insanların duygularını okumayı deneyin. Fark ettiğiniz duyguya neyin sebep olabileceğini anlamaya çalışın. Karşınızdaki kişinin derisinin altına girmeyi ve dünyayı onun gözleriyle görmeyi deneyin. Başkalarının duygu ve düşüncelerine saygı duyun. İnsanların sözlü olarak ifade ettikleriyle, beden diliyle ortaya koydukları duygular arasındaki uyuşmazlıkları fark etmeye çalışın. İletişim konusunda yaşadığınız olumsuz deneyimleri tekrar gözden geçirerek benzer durumlarla karşılaşmamak için bu deneyimlerden nasıl faydalanabileceğinizi düşünün. Kitap okurken veya film seyrederken karakterlerin neler hissettiklerini ve neden böyle hissedebileceklerini düşünün.
- Duygusal Zekâ ve Empati
Bir köylü eşeğiyle katırını iyice yükleyerek şehre doğru yola çıkmış. Yol uzun, hayvanların yükü ise oldukça ağırmış. Katıra göre biraz daha yaşlıca olan eşek düz yolda, zorlanarak da olsa, vaziyeti idare edebilmiş. Ancak, dağa tırmanırken, bakmış ki dayanamayacak, katıra yükünün ağır geldiğini ve birazını alıp ona yardımcı olmasını rica etmiş. Katır bu ricayı duymazlıktan gelmiş ve bir süre daha yola böylece devam etmişler. Sonra birden, zavallı eşek, o ağır yükün altında düşmüş ve ölmüş. Yola devam etmek zorunda olan köylü, bunun üzerine; önce, ölen eşeğin üzerindeki yükü almış ve katırın yükünün üstüne eklemiş. Daha sonra, ölen eşeğin derisini yüzmüş ve onu da katırın sırtına atmış. Katır yaptığından pişman, yükü eskisinin iki katından fazla, “Ettiğimi buldum. Eğer eşeğe ihtiyacı olduğunda biraz yardım etseydim, şimdi bu halde olmazdım” diyerek, iç çekmiş. (Anonim, Çev. Seden Tuyan) İletişimin Olmazsa Olmazı… Hayatımıza şöyle bir baktığımızda bizim duygularımızı duyarlı bir şekilde dikkate alan ve bizim olumlu davranabilmemizi sağlayan insanların varlığı bizi mutlu eder, yokluğu ise üzer. Çünkü, başkalarının duygularını ve bakış açılarını kavrayabilen kişiler, etrafındaki insanların gereksinimlerini çok iyi anlar ve karşılarlar. Bu bakımdan, başarılı ve verimli ilişkiler kurabilen bir öğretmen, bir yönetici, eş ve ebeveyn kısacası insan olarak hayatın her kademesinde kurduğumuz diyalogların verimli birer alış verişe dönüşmesini sağlayan, problemlerimizi çözülür kılan ve sihirli bir fark yaratan sır, hep bu anlayış dolu yaklaşım tarzı olmuştur. İşte, bu yaklaşım tarzı “empati” nin özünü oluşturur. Bu tarzdan uzaklaşan ilişkilerde korku, öfke, uyumsuzluk, tutku eksikliği, neşesizlik ve en önemlisi verimsizlik hakim olmaya başlar. Empati Nedir? Empati kişinin bir diyalog sırasında karşısındakinin duygu ve düşüncelerini anlayabilmesini ve böylece duyarlı bir yaklaşım içinde olmasını sağlayan bir Duygusal Zeka becerisidir. Empati becerisini iyi kullanabilen kişiler bu anlamda, iyi bir dinleyici olmalarının yanı sıra, karşıdaki kişinin dile getirmediği duygularını da sezebilir, bakış açılarını kavrayabilirler. Bu bakımdan, empati kişinin farklı olan ya da başka kültürden gelen insanlarla iyi geçinebilmesini sağlar (Goleman, 2003; Stein & Book, 2003). Empati kurabilmemiz için gerekli olan üç öğe vardır (Rogers, 1970, Kasatura, 2003): Empati kuracak kişi kendisini karşısındakinin yerine koymalı, olaylara onun bakış açısıyla bakmalıdır. Empati kurmuş sayılmamız için karşımızdaki kişinin duygu ve düşüncelerini doğru olarak anlamamız gereklidir. Empati kuran kişinin zihninde oluşan empatik anlayışın karşıdaki kişiye doğru olarak iletilmemesi durumunda empati kurma sürecini tamamlamış sayılmayız. Örneğin, bir arkadaşınızın patronuyla arası bozuk ve canı çok sıkkın, haksızlığa uğradığını düşünüyor ve hararetli bir şekilde derdini sizinle paylaşıyor. Siz, kendinizi onun yerine koyup neler hissettiğini anlayabilirsiniz. Onun duygularını içinizde hissedebilirsiniz. Ama, sıra bu durumu ona ifade etmeye geldiğinde, her şey yolundaymış gibi gülerek “halledersin, boş ver” diyebilirsiniz. İşte böyle davrandığınızda, yüzünüzdeki ifade, söylediğiniz söz ve içinizdeki duygular arasında bir çelişki ortaya çıkar. Dolayısıyla da doğru empati kurmuş, fakat bunu karşıdakine yeterince iletememiş olursunuz. İletme gerçekleşmediği takdirde empati tamamlanmış sayılmaz. Duyguların Dili Duygularımızı hem sözlü olarak hem de sözlü olmayan yollarla dile getiririz. Ancak, çok nadir duygularımızı kelimelere döker, daha çok başka yollarla ipuçları veririz. Başkasının ne hissettiğini sezebilmenin anahtarı ses tonu, jest ve mimikler, yüz ifadesi, değişik duruşları ve beden hareketleri gibi sözsüz ifadeleri okuyabilmektir (Goleman, 1995). Bebekler ve küçük çocuklar konuşabilene kadar kendilerini bu yolla ifade ederler. Anne, ya da bebeğin bakımını üstlenen kişiler onun ihtiyaçlarını vücut dilini okuyarak anlar ve karşılarlar. Duygusal Zeka araştırmacısı, psikolog Dr. Goleman’a göre akılcı zihin sözcüklerle ifade bulur, duyguların tarzı ise sözsüzdür. Kişinin sözleri; ses tonu, el-kol hareketleri veya diğer sözsüz yollardan ifade edilenlerle çelişiyorsa, duygusal gerçek, aslen ne söylediğinde değil, nasıl söylediğinde saklıdır. Yapılan araştırmalar, duygusal mesajların yüzde doksanının hatta daha fazlasının sözsüz olduğunu göstermektedir. Bu durumda, insanların bize ilettikleri en önemli mesajları anlayabilmenin ve dünyayı başka bir kişinin bakış açısından görebilmenin yolunun, sözlü mesajların yanı sıra –hatta daha çok- sözsüz mesajları tanımak, anlamak ve yorumlamaktan geçtiğini söyleyebiliriz. Diğer taraftan kişiye empatik tepki vermenin de başlıca iki yolu vardır. Yüz ifadesini, bedeni kullanarak onun anlaşıldığını göstermek ve sözlü olarak onu anladığınızı ifade etmek… Ancak en etkili yol bu ikisini birlikte kullanmaktır (Kasatura, 2003). “Empati” tanımını iyi anlamak gerekir… Başarılı iletişimin güçlü aracı “empati” yanlış anlamalara da açık bir kavramdır. Bu konuda üç genel yanlış anlama bulunmaktadır (Stein & Book, 2003): Empati “iyi bir insan olmak” anlamına gelmez. Sadece iyi insan olmak adına düşünce ve duygularımızı karşımızdakine doğru ve açık bir şekilde anlatamıyorsak, bu durum başka insanların duygularını kendi duygularımız gibi benimseyip herkesi hoşnut etmeye çalışmak anlamına gelir – ki bu durum bir kabusu andırır ve hareket özgürlüğümüzü kısıtlar. Empati çoğu kez “sempati” ile karıştırılmaktadır. Aslında bu iki kavram birbirinden çok farklıdır. Karşımızdaki kişiye sempati duyuyorsak, onun hissettiği duyguların aynılarını hissederiz ve karşımızdaki kişinin ne düşündüğü ve hissettiğiyle ilgili örneğin, “ sınavı kazanmana sevindim”, “kitabını kaybetmene üzüldüm” gibi “ben” ve “benim” vurgusunu hissettiren kendi yorumumuzu ortaya koyarız. Yani sempati duyduğumuz kişiyi anlamamız ve kendimizi onun yerine koymamız şart değildir. Bunlar iyi niyetli yaklaşımlar olmasına rağmen karşı tarafı etkilemekte yetersiz kalır. Oysa ki empati kurduğumuzda karşımızdaki kişiyle aynı duyguları ve görüşleri paylaşmamız gerekmez, sadece onun duygularını anlamaya çalışırız. Diğer bir deyişle empatik cümleler “sen” vurgusunu taşır. Bu durumda sözlü ifadelerimiz “sınavı kazandığına seviniyor olmalısın”, “kitabı kaybettiğine üzülmüşsündür” gibi karşımızdaki kişiyi anladığımızı hissettirecektir. Empatik yaklaşım, karşıdaki kişinin duygu ve düşüncelerini koşulsuz olarak kabul etmek anlamına gelmez. Bu anlamda “empati kurmak” karşındakini anlamak ve anladığın şeye saygı duymak sürecidir. “Anlayış sahibine yaşam kaynağıdır.” Hz. Süleyman Empati, empatiyi kuran kişi için de önemlidir. Empatik olmanın kişiye kazandırdıkları bazı avantajları şöyle sıralayabiliriz: Diğer insanlarla daha çok yardımlaşır ve bu yüzden de çevreleri tarafından daha çok özlenir ve sevilirler. Ne zaman ve ne kadar konuşmaları gerektiğini, ne zaman geri çekilip, ne zaman hamle yapabileceklerini iyi bilirler ve sonuç her iki tarafında yararına olur. Olayları ve insanları okur, sağlam veriler toplar, önemli detayları fark ederek hareketlerini uyarlar ve böylece maksimum etki yaratabilirler. Farklı insanlar karşısında ne tür strateji ve taktikler kullanabileceklerini bilirler ve bu yüzden özellikle iş ilişkilerinde başarılı olurlar. Empati geliştirilebilir… Empati ölçülebilen ve geliştirilebilen bir beceridir. İşte size empati becerinizi geliştirebilmeniz için birkaç öneri… İyi bir dinleyici olun ve sadece cevap vermek için değil, anlamak için dinleyin. Anladığınıza emin olmak için sorular sorun. Sadece kulaklarınızla değil bütün duyularınızla dinleyin. Beden dili ve ses tonlarından iletişim halinde olduğunuz insanların duygularını okumayı deneyin. Farkettiğiniz duyguya neyin sebep olabileceğini anlamaya çalışın. Karşınızdaki kişinin derisinin altına girmeyi ve dünyayı onun gözleriyle görmeyi deneyin. Başkalarının duygu ve düşüncelerine saygı duyun. İnsanların sözlü olarak ifade ettikleriyle, beden diliyle ortaya koydukları duygular arasındaki uyuşmazlıkları fark etmeye çalışın. İletişim konusunda yaşadığınız olumsuz deneyimleri tekrar gözden geçirerek benzer durumlarla karşılaşmamak için bu deneyimlerden nasıl faydalanabileceğinizi düşünün. Kitap okurken veya film seyrederken karakterlerin neler hissettiklerini ve neden böyle hissedebileceklerini düşünün. Siz olsaydınız ne yapardınız? Personal Excellence EYLÜL 2005 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden TUYAN – Eray BECEREN Kaynaklar Goleman, D.,Boyatzis, R., Mc Kee A. Yeni Liderler, Çev. Filiz Nayır, Osman Deniztekin, Varlık Yayınları, 2003. Goleman, D. Duygusal Zeka Neden IQ dan daha Önemlidir?, Çev. Banu Seçkin Yüksel, Varlık Yayınları, 1995. Kasatura, İ. Heyecansal Kontrol, Altın Kitaplar, 2003 Stein, J. S., Book, H. E. EQ- Duygusal Zeka ve Başarının Sırrı, Çev. Müjde Işık, Özgür Yayınları, 2003. Freedman et al. Handle with Care (Emotioal Intelligence Activity Book), Six Seconds, 1997/1998
- Yaratıcı Drama ve Duygusal Zekâ
Son yıllarda yapılan araştırmalar, IQ’nun hayattaki başarıya katkısının %10’dan fazla olmadığını göstermektedir. Yüksek IQ, başarının, prestijin, mutlu bir yaşamın garantisi olmadığı halde, okullarımızda ve kültürümüzde akademik yetkinlik hala ön planda tutulmakta; günlük hayatımızda büyük önem taşıyan sosyal ve duygusal becerilerin geliştirilmesi ihmal edilmektedir. Duygusal ve sosyal kapasitesi yüksek kişiler - yani, duygularını iyi bilen, onları kontrol edebilen, başkalarının duygularını anlayan ve bunları ustalıkla idare edebilenler - hayatlarının gerek özel gerekse mesleki alanlarında daha avantajlı bir konuma geçerler. Duygusal ve sosyal becerileri gelişmiş insanlar hayatta daha mutlu ve üretken oluyorlar. Duygularını kontrol edemeyen kişiler ise, net düşünebilme ve işlerine konsantre olabilme yeteneklerini engelleyen içsel bir mücadeleye giriyorlar. Duygusal Zekanın Tanımı Daniel Goleman, 1995 yılında yayınlanan "Duygusal Zeka" adlı kitabında "Duygusal zekayı kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi, ve duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilmesi yetisi" olarak tanımlıyor. (Goleman, 1996). Goleman’a göre; beynin düşünen parçası, beynin duygusal parçasından ürüyor. Beynin düşünen ve duygusal parçaları genelde yaptığımız her şeyde birlikte çalışıyor ve gerek iş yaşamında gerekse özel yaşamda başarılı ve mutlu olmak, insanların duygusal zeka becerilerine bağlıdır. Daniel Goleman “Yeni Liderler” isimli kitabında Duygusal Zekanın; özbilinç, özyönetim, sosyal bilinç ve ilişki yönetimi başlıklı bileşenleri olduğunu ifade etmiştir. Goleman bu bileşenleri kısaca şöyle ifade etmiştir. (Goleman, 2003). DRAMA NEDİR? Drama kavramının tam bir Türkçe karşılığı bulunmadığı ve sözcük olarak Yunanca “dran”dan türetildiği bilinmektedir. Sevda Şener’e göre Megaralıların kullandıkları dran sözcüğü, hareket anlamına gelmektedir. “Drama sözcüğünün hareket bildiren bir sözcükten türemesi mümkündür” (Şener, 1982, s, 25). Metin And da drama sözcüğünün, eylem anlamını taşıyan, gene Yunanca dromenon’un seyirlik olarak benzetmecisi biçiminde kullanımıdır demektedir (And, 1974, s, 17). Özdemir Nutku ise dramanın Yunanca’da bir şey yapma ya da yapılan bir şey anlamında kullanıldığını belirtip eklemiştir, “Bu sözcüğün eski Yunanca’daki başka bir anlamı da oynamaktır” (Nutku, 1983, s, 5). Bu açıklamalarda dikkati çeken drama sözcüğünün içinde hep bir eylemi barındırmasıdır. Dramanın bir çok tanımı yapılmıştır. En kabul gören tanıma göre drama; “Bir sözcüğü, bir kavramı, bir davranışı, bir tümceyi, bir fikri ya da yaşantıyı veya bir olayı, tiyatro tekniklerinden yararlanarak oyun ya da oyunlar geliştirerek canlandırmaktır” (San, 1991, s, 252). DRAMANIN TARİHÇESİ Çocuklarla drama ilk kez İngiltere ve Amerika’da başlamış ve gelişmiştir. John Locke’in çocuk zihnini dıştan gelen her türlü etkiye açık bir boş levhaya benzetmesi 19. yüzyılın sonlarından başlayarak değişmiş, yerini çocuk merkezli eğitim kavramına bırakmıştır. Harriet Finlay-Johnson, Peter Slade, Brian Way Slade, Winifred Word, Viola Spolin, Dorothy Heathcote, John Deweyn, Henry Coldwwey Cook, Frank Cisec, Carl Gross, Betty Jone Wagner, Balton, McCaslin bu alanın gelişmesinde katkıda bulunmuş isimlerdir. Ülkemizde Ismail Hakkı Baltacıoğlu, Tamer Levent ve Profesör Doktor İnci San drama çalışmalarının geçmesinde ve yaygınlaşmasında öncülük etmiş isimlerdir. Çağdaş Drama Derneğinin düzenlediği Uluslararası Drama Semineri ve Naci Aslan’ın her yıl Oluşum Tiyatro ve Drama Atölyesi bünyesinde düzenlediği Ulusal Drama Semineri ve Drama Liderleri Buluşması Türkiye drama tarihinde önemli yer tutmaktadır. NİÇİN DRAMA? Drama ister bir sanat formu olarak ister bir yöntem olarak ele alınsın insanın tekrar kendisiyle ve sanatla buluşması açısından önemlidir. Drama insanın kendisiyle olan iletişimini sağlar, insan kendini keşfeder, kendinin farkına varır, kendini daha iyi ifade eder, böylece özgüveni gelişir. Olaylara, olgulara eleştirel bir gözle bakar. Diğer insanlarla etkileşim kurar, işbirliği yapar, paylaşır, sorumluluk duyar, empati kurar, toplulukla çalışma yeteneği, katılımcılığı, toplumsal duyarlılığı artar. Ortak bir ürün ortaya koymanın hazzını yaşar. Yaratıcılığı ve estetik duyguları gelişir. Hayal gücü artar. Günlük sıkıntılardan kurtulup deşarj olur. Drama verileni olduğu gibi kabul etmeyip, araştırmayı ve kendi özgün ürününü ortaya koymayı sağlar. Drama bireyi özgürleştirir, yaşadığı çağın ve yerin farkında olmasına yol açar. Daha demokratik davranışlar geliştirir. Yaşamla sanat arasında köprüler kurar. DRAMA SÜRECİ Bir lider önderliğinde yaşanılan drama süreçlerinde gönüllü katılım esastır. Lider yaşanılacak süreçten önce bir program hazırlamış; gözlem yapmış, araştırılmış, amacını belirlemiştir. Fakat bu program katılımcılar tarafından şekillendirilecektir. Genellikle drama süreci ısınma ile başlar. Burada amaç hem bedensel hem de psikolojik olarak sürece hazırlanmaktır. Çocuk oyunları, sahne jimnastiği, müzik ya da ritm eşliğinde yürüme, koşma, zıplama, çekme, itme, taklit yürüyüşleri, danslar sıkça kullanılan ısınma çalışmalardır. “Isınma çalışmaları bireyin kendi bedenini tümüyle hissedip açması ve grupla kaynaşması amacına yönelik olup aynı zamanda ana temaya konsantre olunabilmesi için yapılan hazırlıktır”. Isınma çalışmalarının ardından rol oynama çalışmaları yer alır. Rol oynama çalışmalarında birey bedenini sesini kısaca kendini keşfeder, doğaçlamalara hazırlanır. Rol oynama çalışmalarında dikkat edilmesi gerek nokta katılımcıların klişelere ve tiplere takılmadan gözlem ve empati yaparak rol oynamalarını sağlamaktır. Doğaçlama, temelde durumları, olayları rol oynayarak araştırma inceleme yöntemidir. Doğaçlama ile birey çeşitli yollar dener, her şeyi analiz eder. Liderin ya da grubun yarattığı çatışmayı yaşar. Drama süreci doğaçlamanın ardından rahatlama-soğuma- ile son bulur. Rahatlama bir anlamda oyunun büyüsünden kurtulup gerçek hayata dönmektir. Oyuna, dışardan bakarak ne yaşadığı sorgulanır, eleştirilir. Bu aynı zamanda oyundaki çatışmanın geriliminden bedensel ve psikolojik olarak kurtulmadır. Bir drama süreci bazen bir şiiri, bazen bir fotoğrafı, bazen müziği, bir objeyi ya da o gün yağan yağmuru çıkış noktası olabilir. Süreçte katılımcılar birbiriyle kaynaşmalı, birbirlerine güvenmelidirler. Ortam yeniliğe açık ve özgürlükçü olmalıdır. Drama sürecinde bez parçalarından, artık materyallerden, ritim aletlerinden, maskelerden, boyalardan v.b. malzemelerden sıkça yararlanılır. Her şeye dönüşebilen malzemeler kullanılır. Drama kesintisiz bir süreçtir. Isınma çalışmaları bitti, şimdi rol oynamaya geçelim diye bir geçişten söz edilemez. Bir drama süreci başlar, yaşanır ve biter. DUYGUSAL ZEKA VE DRAMA Duygusal Zeka, kısaca bireyin kendisi ve çevresi ile iletişimini kapsar. Yani hayatın içindeki ilişkiler ile ilgilidir. Bunu en kolay ve en açıklayıcı şekilde incelemek ve irdelemek, sonunda da farkındalık yaratabilmek ancak drama ile mümkün olabilecektir. Drama'nın aşamaları; * Bireyin kendi ile etkileşimi * Bireyin bireyle etkileşimi * Bireyin grupla etkileşimi * Grupsal yaratım olarak belirtiriz bu aşamalar duygusal zekanın bölümleri olan; * Özbilinç * Özyönetim * Sosyal bilinç * İlişki yönetimi ile örtüşmektedir. YARATICI DRAMA VE DUYGUSAL ZEKA UYGULAMASI Söz konusu uygulama “Yaratıcı Dramaya Giriş” eğitiminden sonra geliştirilmiştir. Yaratıcı Dramaya Giriş Atölyesinin amacı; gönüllü eğitimcileri yaratıcı drama ile tanıştırmak, yaratıcı dramayı bir yöntem olarak kendi alanlarında nasıl kullanabilecekleri sorusunu sordurmaktı. Nitekim ben bu atölyenin sonunda yaratıcı dramayı duygusal zeka çalışmalarımda nasıl kullanabilirim sorusundan yola çıkarak atölye liderleri ile birlikte planlayıp uyguladığımız drama – duygusal zeka atölyesini geliştirdim. Bu atölye, 3 saatten oluşan 4 oturum (özbilinç, özyönetim, sosyal bilinç ve ilişki yönetimi) olarak düşünüldü. Her oturum, ana temalara uygun tanışma oyunları ile başlatıldı. Özbilinç bölümünde; Duygu yürüyüşleri, Duygu heykelleri, Duygu makineleri, Maske çalışması, “Ben.....yım, ben ......değilim, ben ......olmak isterdim” temrini uygulandı. Özyönetim bölümünde; Öfkenin kısa filmi, Fotoğraf çalışması, Mini – Mono Tiyatro uygulandı. Sosyal Bilinç bölümünde; “Üç sözcük” adlı çalışma, Ses beden çalışması, Mıknatıs temrini, Güven çalışması, Ayna temrini, “Büyülü sandık” adlı çalışma, “Dört duygu – dört fotoğraf” adlı çalışma uygulandı. İlişki Yönetimi bölümünde; “Şefin yaptığını yap”, Grupsal yaratım çalışması, forum tiyatro uygulandı. Her bölüm bir rahatlama çalışması ile sonlandırıldı. Çalışma sonrası değerlendirme çalışmaları duygu gazetesi olarak yapıldı. Çalışmanın içeriği, 24-26 Haziran 2005 günleri Ankara Ekin Tiyatrosunda Oluşum Drama Enstitüsünce düzenlenen Türkiye 7. Drama Liderleri Buluşması ve Ulusal Drama Semineri nde “DRAMA YÖNTEMİ İLE DUYGUSAL ZEKA ATÖLYESİ” başlığı ile bildiri olarak sunulmuştur. Bu yapılan çalışmadan amacımız, katılımcılara günümüzde giderek daha önemli hale gelen sosyal ve duygusal becerilerin gelişmesinde yaratıcı drama yardımı ile yüksek farkındalık kazandırmak; duygu ve sosyal ilişki temelli sorunlara çözüm getiren bakış açıları konusunda paylaşımlarda bulunmaktır. Çalışma sonucunda varılan noktada dramanın; * Kendimizle yüzleşmemizi, duygu ve düşüncelerimizle karşılaşarak onları anlaşılır, çözülebilir hale getirmemizi sağladığı, * Böylece karşımızdaki kişiyi anlamak ve onun tarafından anlaşılmak için içimizde kapılar açtığı, * Duygularımızın ne kadar farkındayız? Duygularımız mı bizi, biz mi duygularımızı yönetiyoruz? Peki insanlarla ilişkilerimizi kim yönetiyor? Gibi sorulara daha rahat cevaplar bulabilmemizi, * Kendimize ve karşımızdaki kişiye bir ayna tutabilmemizi sağladığı görülmüştür. KAYNAKÇA: And, M.. (1974). Oyun ve Bügü. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Çınar, H. ( 2002 ) Sokakta Dramatik Etkinlikler. Tezsiz Yüksel Lisans Projesi, Ankara Goleman, Daniel, Boyatzis, Richard, McKee, Annie. (2003) Yeni Liderler. İstanbul: Varlık Yayınları. Goleman, Daniel. (1996). Duygusal Zeka Neden IQ’dan Daha Önemlidir? İstanbul: Varlık Yayınları. Nutku, Ö. (1983). Dram Sanatı. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları. San, İ. (1991). Eğitimde Yaratıcı Drama. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, Cilt 23, Sayı 2, 573-582. Şener, S. (1982). Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi. Ankara: Adam Yayıncılık.
- Banka Yöneticilerinin Sahip Olması Gereken Duygusal Zekâ Yetkinlikleri
09-10 Ekim 2008 tarihlerinde Ege Üniversitesi İletişim Fakültesinin koordinatörlüğünde E.Ü. Edebiyat Fakültesi Konferans Salonununda gerçekleştirilen “II. Uluslararasi Duygusal Zeka ve İletişim Sempozyumu”nda bildiri olarak sunulmuştur. 1. GİRİŞ: Banka Yöneticilerinin sahip olması gereken “Duygusal Zeka Yetkinlikleri” konusunda halen çeşitli bankalarda çalışan, son bir yıl içerisinde eğitim ortamlarında birlikte olduğum 461 banka yönetici ve çalışanına “iyi bir banka yöneticisi hangi duygusal zeka yetkinliklerine sahip olmalıdır?” diye sorulmuştur. Sorudaki Duygusal Zeka Yetkinlikleri olarak eğitim esnasında da üzerinde çalışılan ve Levent Sevinç tarafından geliştirilen “EICOM® Duygusal Zekaya Dayalı Yetkinlikler Envanteri” ndeki yetkinlikler esas alınmıştır. Katılımcılardan sorulan soruya sıralanan 21 yetkinlikden en önemli gördükleri beş tanesini belirtmeleri istenmiştir. 2. DUYGUSAL ZEKAYA DAYALI YETKİNLİKLER: Levent Sevinç tarafından geliştirilen “EICOM® Duygusal Zekaya Dayalı Yetkinlikler Envanteri”nde kullanılan Duygusal Zeka Yetkinlikleri: KENDİNİN FARKINDA OLMA Duygularının Farkında Olma: Bu yetkinliğe sahip kişi güçlü ve zayıf yanlarının bilincindedir. Duygularının fiziksel ve davranışsal etkilerinin farkındadır. Kendine Güven: Bu yetkinliğe sahip kişinin yaptığı herhangi bir işte başarılı olacağına dair kendisine olan inancı tamdır. Doğru bildiğini yapmaktan çekinmez; inandığı konuların üzerine kararlılıkla gider. Kendini Doğru Değerlendirme: Bu yetkinliğe sahip kişi eleştirilere açıktır. Hatalarını kabullenir ve başkalarının hakkında yaptıkları eleştirileri kendini geliştirmek için kullanır. KENDİNİ YÖNETME Başarı Odaklılık: Bu yetkinliğe sahip kişi her zaman yaptığının daha iyisi yapmaya çalışır; sürekli kendini geliştirmenin yollarını arar. Yaptığı işlerin başarılı olup olmadığını takip eder. Değerlerine Bağlılık: Bu yetkinliğe sahip kişi kişisel değerlerine aykırı davranışlar sergilemez. Yaptıkları ile söyledikleri arasında tutarsızlık yoktur. İnisiyatif Kullanma: Bu yetkinliğe sahip kişi bir işi yapmak için başkalarının kendisini yönlendirmesini beklemeden kendiliğinden harekete geçer. Fırsatların önüne çıkmasını beklemez kendisine fırsat yaratmanın yollarını arar. İyimserlik: Bu yetkinliğe sahip kişi olaylara iyimser yaklaşır; bir iş yaparken o işin iyi bir şekilde sonuçlanacağını düşünür. Olaylar zora girdiği zamanlarda bile olayların iyi yanını görür. Kendine Hakim Olma: Bu yetkinliğe sahip kişi stresle etkin bir biçimde başa çıkabilir. Stres altındayken davranışlarına hakim olur. Kızgınlığını kontrol eder ve kolay sinirlenmez. Değişime Uyum: Bu yetkinliğe sahip kişi karşısına çıkan yeni durumlara uyum sağlamakta zorlanmaz. Çalışma ortamındaki ya da hayatındaki değişiklikler performansını olumsuz etkilemez. Yenilikçilik: Bu yetkinliğe sahip kişi yeni fikirler üretir; sorunlarla karşılaştığında farklı çözümler ortaya koyar. Herkes tarafından benimsenmiş olsa bile her türlü fikri sorgular. SOSYAL FARKINDALIK Empati: Bu yetkinliğe sahip kişi karşısındakinin neler hissettiğini; kişinin içinde bulunduğu ruh halini doğru bir biçimde yorumlayıp anlayabilir. Müşteri Odaklılık: Bu yetkinliğe sahip kişi başkası için bir şey yaparken onun memnun olacağı bir iş ortaya koymaya çalışır. İş yaptığı kişinin ihtiyaçlarının farkına vararak yaptığı işte onun beklentilerini karşılayabilmeyi hedefler. Organizasyonel Farkındalık: Bu yetkinliğe sahip kişi sosyal bir grup ya da örgüt içerisinde insanlar arasındaki güç dengelerinin farkına varır. İLİŞKİ YÖNETİMİ Başkalarını Geliştirme: Bu yetkinliğe sahip kişi etrafındaki kişilerin kişisel gelişimleri için onlara yol gösterir; başarılı olabilecekleri alanları belirterek yapıcı yorumlar yapar. Çatışma Yönetimi: Bu yetkinliğe sahip kişi anlaşmazlık yaşayan tarafların sorunlarını çözüme kavuşturur. Birbirleriyle sorun yaşayan taraflar için her birinin işine yarayacak çözümler üretir. Değişime Öncülük Etme: Bu yetkinliğe sahip kişi değişimin gerekli olduğunu gördüğü durumlarda değişime öncülük eder ve değişimin gerçekleşmesi için başkalarının desteğini alır. İkna Yeteneği: Bu yetkinliğe sahip kişi karşısındaki kişiyi nasıl ikna edeceğini iyi bilir. Fikirlerinin kabul görmesi için onları ilgi çekici kılar; karşısındaki kişinin güvenini kazanmaya çalışır. İletişim Becerisi: Bu yetkinliğe sahip kişi söylemek istediklerini karşısındakine açık ve net olarak ifade eder; karşısındaki kişiyle anlayacağı şekilde konuşur. İlişki Kurma: Bu yetkinliğe sahip kişi yeni insanlarla tanışma peşinde koşar. Sahip olduğu ilişkilerin devamlılığını sağlar. Liderlik Becerisi: Bu yetkinliğe sahip kişi başkalarını kendi belirlediği hedefler doğrultusunda harekete geçirir. Bir işin yerine getirilmesi için, o işi yapacak kişilerde istek uyandırır. Takım Çalışmasına Yatkınlık: Bu yetkinliğe sahip kişi bireysel olarak çalışmaktansa takım halinde çalışmayı tercih eder. Bir takım içerisinde çalıştığında, tek başına ortaya çıkaracağı işten daha iyisini yapacağını düşünür. 3. KONU İLE İLGİLİ YAPILAN ÇALIŞMALAR: A. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme ve Personel Yönetim- Organizasyon Doktora Programında, 2001 yılında, Füsun Tekin Acar tarafından hazırlanan “Duygusal Zeka Yeteneklerinin Göreve Yönelik ve İnsana Yönelik Liderlik Davranışları ile İlişkisi: Banka Şube Müdürleri Üzerine bir Alan Araştırması” Konulu Doktora Tezi. Araştırmanın genel amacı, hizmet sektöründe yer alan örgüt yöneticilerinin liderlik davranışları ile duygusal zekaları arasında bir ilişkinin olup olmadığını incelemektir. Bu çerçevede, kuramsal temel kısmında ilgili literatürü tarayarak, duygusal zeka konusunu kuramsal olarak araştırmak ve yine aynı şekilde duygusal zeka konusunu liderlik davranışları ile ilişkilendirmek alt amaç olarak belirlenmiştir. Analizlerde kullanılabilecek anket sayısı 181 olmuştur. Araştırmada İstanbul, Ankara ve Kayseri illerinde faaliyet gösteren bankalarda çalışan 133 erkek 48 kadın katılımcı katılmıştır. Bu araştırmada ortalamalardan yola çıkarak, Özel banka yöneticilerinin duygusal zekalarının az da olsa, daha yüksek olduğu söylenebilir. Çalışma sürelerine göre, duygusal zekaları değişmemektedir. Hizmet içi eğitime katılma sıklığına göre, yöneticilerin duygusal zekaları arasında bir farklılık yoktur. Yani sosyal eğitim almış yöneticilerin duygusal zekaları, teknik eğitim almış olanlardan daha yüksektir. B. Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Programında Aralık 2006’da Bedriye Gökçe tarafından hazırlanan “İş Hayatında Duygusal Zeka Ve Sivas İli Bankacılık Sektöründe Bir Alan Araştırması” konulu Yüksek Lisans Tezi: Bu çalısmanın amacı; duygusal zeka ve iş hayatında duygusal zekaya ilişkin bilgi vermektir. Duygusal zekanın çalışanların cinsiyet, yaş, görev durumları, çalısma süreleri ve eğitim düzeylerine göre farklılık gösterip göstermemesi hipotezi araştırılmıştır. Bu araştırmaya Sivas il ve ilçelerinde subeleri bulunan T.C. Ziraat Bankası A.Ş., T. Vakıflar Bankası T. A. O., Halk Bankası, T. İş Bankası A. S. ve Yapı Kredi Bankası A.Ş., T. Garanti Bankası A. Ş., Sekerbank T. A. Ş., Oyak Bank A.Ş., Kuveyt Türk Katılım Bankası A. Ş., Finansbank A. Ş., Türkiye Finans Katılım Bankası A. Ş., Akbank T. A. Ş. ve Denizbank A. Ş.,’de çalısan seksen üç yönetici katılmıştır. Çalışma sonuçlarına göre; Duygusal zekanın ilk bileşeni olan özbilinç faktörü kamu ve özel sektörde çalısan yöneticilerin verdiği yanıtlar çerçevesinde incelenirse, her iki banka türündeki yöneticilerin büyük bir çoğunluğu duygularının her zaman farkında olduklarını, genellikle duygularını doğru ve açık bir sekilde ifade ettiklerini, hedeflerini belirleyip hedeflerinin peşinden gittiklerini ve hata yaptıklarında bunu her zaman rahatlıkla kabul edebildiklerini belirttikleri görülmektedir. Araştırmaya katılan yöneticiler duyguların kontrolünde de kendilerini başarılı görmektedirler. Her iki banka türünde çalısan yöneticiler duygularını kontrol altına almakta başarılı olduklarını ve sakinleştirici özelliğe sahip olduklarını belirtmektedirler. Duygusal zekanın üçüncü bileşeni olan empatinin , bu bankalardaki yöneticiler tarafından genellikle önemli olduğu belirtilmiştir. Kamu bankalarındaki yöneticilerin %70,6 oranındaki çoğunlugu ile özel bankalardaki yöneticilerin %59,2‘si çalısanların duygularını ve endişelerini anlayıp, olayları onların bakış açısıyla değerlendirebildiklerini belirtmişlerdir. Yöneticinin çalışanları ile ilişkilerinin nasıl olduğu araştırıldığında sonuç yine diğer faktör analizlerinde olduğu gibi burada da aynıdır. Yöneticilerin tamamı çalısanları ile olan ilişkilerine önem verdiklerini ve kolaylıkla iletişim kurabildiklerini belirtmişlerdir. Araştırmaya katılan kamu ve özel bankadaki yöneticiler sırasıyla %76,5 ve %49,0 gibi yüksek oranda çalışanları ile iletişim kurmakta zorlanmadıklarını belirtmişlerdir. 4. ÇALIŞMA SONUCU VE ÖNERİLER: Yapılan çalışma sonucunda 461 kişi tarafından değerlendirilen 21 Duygusal Zeka yetkinliği ile ilgili dağılım Tablo-1’dedir. İlk 10 önem derecesi sıralamasına girenler ise Tablo-2’dedir. 1. Liderlik Becerisi: Bu yetkinliğe sahip kişi başkalarını kendi belirlediği hedefler doğrultusunda harekete geçirir. Bir işin yerine getirilmesi için, o işi yapacak kişilerde istek uyandırır. Banka şubeleri temelde kurum değerleri doğrultusunda hareket etmelerine rağmen mevduatlarını artırma konusunda faaliyet gösterdikleri çevreye özgü tedbirler almak ve müşteri ilişkilerini yönetmek durumundadırlar. Bu husus şube müdürlerinin liderlik yetenekleri çerçevesinde şekillenecek ve güç kazanacaktır. Aynı zamanda finans sektörün en önemli birimleri olan banka şubelerinde görev alan birbirinden farklı alanlarda çalışan, birbirinden farklı iş deneyimine sahip çalışanları yönetme ve yönlendirme konusunda “liderlik becerisi”nin çok önemli katkısı olacağı aşikardır. 2. Empati: Bu yetkinliğe sahip kişi karşısındakinin neler hissettiğini; kişinin içinde bulunduğu ruh halini doğru bir biçimde yorumlayıp anlayabilir. Banka şube müdürleri yukarıda belİrtilen gerekçeler göz önüne alındığında gerek çalışanları ile ilişkilerinde, gerekse müşterileri ile ilişkilerinde onların ne hissettiği ve hangi ruh halinde olduklarını anlamaya çalışmaları konusundaki çaba ve yetenekleri yöneticilik ve liderlik yeteneklerini güçlendirecektir. 3. Kendini Doğru Değerlendirme: Bu yetkinliğe sahip kişi eleştirilere açıktır. Hatalarını kabullenir ve başkalarının hakkında yaptıkları eleştirileri kendini geliştirmek için kullanır. İyi bir yöneticinin yönetim ve liderlik konularında etkili olabilmesi için öncelikle kendisinin zayıf ve güçlü taraflarının farkında olması ve iş yaşamında bunları etkin olarak kullanabilmesi ve yönetebilmesi açısından çok önemlidir. 4. İnisiyatif Kullanma: Bu yetkinliğe sahip kişi bir işi yapmak için başkalarının kendisini yönlendirmesini beklemeden kendiliğinden harekete geçer. Fırsatların önüne çıkmasını beklemez kendisine fırsat yaratmanın yollarını arar. Şube yöneticilerinin, kurum değerleri çerçevesinde kurum menfaatleri doğrultusunda uygun kararlar verebilmeleri için inisiyatif becerisi son derece önemlidir. 5. İletişim Becerisi: Bu yetkinliğe sahip kişi söylemek istediklerini karşısındakine açık ve net olarak ifade eder; karşısındaki kişiyle anlayacağı şekilde konuşur. Bu ana kadar belirtilen yetkinliklerin tamamını birleştirebilecek ya da etkinleştirecek bir yetkinlik “iletişim becerisi” denebilir. İyi bir Şube yöneticisinin yöneticilik becerileri yanında liderlik becerilerine de sahip olması gerektiği düşünüldüğünde başta yukarıda belirtilen yetkinlikler olmak üzere tüm duygusal zeka yetkinliklerine sahip olması görevlerini etkin yürütebilmeleri açısından çok önem kazanmaktadır.
- Duygusal Zekâ ile İlgili Bazı Yanlış Anlaşılmalar..
Duygusal zekâ sadece "iyi davranmak" anlamına gelmez. Stratejik anlarda "iyi davranmak" yerine, rahatsızlık veren ancak önemli sonuçları olan bir gerçekle yüzleşmekten kaçınan birini doğrudan bu gerçekle yüzleştirmek gerekebilir. (Goleman, 1998: 13). Duygusal zekâ, hisleri başıboş bırakmak - "içini boşaltmak"- anlamına da gelmez. Tersine, hisleri uygun ve etkili biçimde ifade edilecek şekilde yöneterek, insanların ortak amaçları doğrultusunda birlik ve uyum içinde çalışmalarını sağlamak demektir. (Goleman, 1998: 13). Ayrıca, duygusal zekâ söz konusu olduğunda ne kadınlar erkeklerden "daha akıllı", ne de erkekler kadınlardan üstündür. Her birimiz bu yetiler açısından güçlü ve zayıf noktalardan oluşan kişisel bir profile sahibiz. Bazılarımız yüksek derecede empatili olmakla birlikte, kendi sıkıntılarımızı gidermemizi sağlayacak kimi becerilerden yoksun olabiliriz; bazılarımızsa kendi ruh hallerimizdeki en ufak değişikliğin bile tamamen farkında olabildiğimiz halde, sosyal açıdan beceriksizlik gösterebiliriz. (Goleman, 1998: 13). Erkekler ve Kadınlar Farklı Tür ve Düzeylerde Duygusal ve Sosyal Zekâya Sahiptirler. Duygusal zekâ düzeyimiz kalıtımsal olarak tayin edilmediği gibi, gelişimi de sadece ilk çocukluk dönemlerinde gerçekleşmez. Öyle anlaşılıyor ki, on üç ile on dokuz arasındaki yaşlardan sonra pek fazla değişim göstermeyen IQ'nun tersine, duygusal zekânın öğrenilme olasılığı oldukça fazladır ve biz yaşamayı sürdürerek deneyimlerimizden ders aldıkça, gelişmeye devam eder ve bu alanda gitgide daha yeterli olabiliriz. Aslında, insanların duygusal zekâ düzeylerini yıllar boyunca takip eden incelemelerin gösterdiği gibi, kişiler kendi duygularıyla ve dürtüleriyle başa çıkmakta, kendi kendilerim motive etmekte, empatilerini ve sosyal maharetlerini bilemekte ustalaştıkça, bu yetenekleri de giderek pekişmektedir. Duygusal zekâdaki bu gelişmeyi ifade eden, modası geçmiş bir sözcük vardır: Olgunlaşma. (Goleman, 1998: 14). Yüksek Duygusal ve Sosyal Zekâlı olmak "duygusal olmak" değildir. Bir kişinin "duygusal olması" ya da duygularıyla hareket etmesinin duygusal zekâ ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Yüksek Duygusal ve Sosyal Zekâlı olmak demek duygularının farkına varmak ve duygularını olumlu yönde kullanmak demektir. Duygusal ve Sosyal Zekâ IQ’nun alternatifi değildir. Mutluluk ve başarı için sadece yüksek Duygusal ve Sosyal Zekâlı olmanın yeterli olacağının düşünülmesi çok yanlıştır. Tek başına Duygusal ve Sosyal Zekânın yüksek olması yeterli değildir. Duygusal ve bilişsel zekâ karşılıklı olarak birbirini destekler şekilde olmalıdır. Duygusal Zekâ Psikoloji Bilimine dayanır. Duygusal ve Sosyal Zekânın yeni bir bilim olduğunu söylemek hatadır. Duygusal zekâ, psikoloji biliminin ışığı altında duygusal ve sosyal becerilerin yeniden gözden geçirilmesidir ve psikoloji biliminden ayrı olarak düşünülemez. Duygusal ve Sosyal Zekâ, psikoloji biliminin içinde incelenir. İşbaşında Duygusal Zekâ, Daniel Goleman, Varlık Yayınları, İstanbul. 1998
- Robert K. Cooper & Ayman Sawaf, Duygusal Zekâ
1996'da yazdıkları Executive EQ (Grosset/Putnam, NewYork 1982) adlı eserde Cooper ve Sawaf, Duygusal Ustalığı şöyle açıklıyorlar. "Duyguların gücünü ve erdemini; bir insan enerjisi, bilgi, bağlantı ve ilham olarak hissedebilme, anlayabilme ve etkili bir şekilde uygulama yetisidir." Duygusal ustalık, manipülasyon ve otoriteden uzak olan ilhama dairdir. Cooper ve Sawaf'ın EI modeli, her biri dörder alt bölümden oluşan 4 bölümdür. 1. Duygusal okuryazarlık: Kendinize karşı açık ve gerçekçi olmak. Duygusal onur : İç gerçekliğin güçlü duygularını dinlemek ve buna bağlı olarak davranmak. Duygusal enerji: Duygusal enerjinizi ele geçirmek ve ona odaklanmak. Duygusal geribildirim: Duygusal baskıyı yönetmek, duygularınız için sorumluluk almak. Pratik sezgi: Sezgisel duyguları kullanarak muhakemeyi geliştirmek ve empati ile davranmak. 2. Duygusal Uygunluk: Öz varlık: Güç alanınızı geliştirmek, diyalog ile bağlantı sağlamak, kendinizi ve başkalarını bağışlayabilme cesaretine sahip olmak. Güven alanı: Kendinize değer verme duygusunu ve onu başkalarına doğru genişletmek, kendine güvenmek ve güvenilir olmak. Yapıcı memnuniyetsizlik: Memnuniyetsizliğin ve anlaşmazlığın kaçınılmazlığını kabul etmek. Antagonizmanın (düşmanlık) yaratıcı enerjiye dönüştüğü bir ortam yaratmak. Esneklik ve yenileme : Şevki kaybetmeden uyum sağlama. Zihinsel ve duygusal yenileme elde etmek için nefes alma alanı yaratmak. 3. Duygusal Derinlik: Ana karakteri ve ilhamı inşa etmek. Özgün potansiyel ve amaç: Potansiyelinizi ve amacınızı tanıyın. İş cetvelinizle günlük çabalarınızı bir hizaya getirin. Taahhüt, güvenilirlik ve vicdan: Kendinize duygusal taahhüt verin. İç gerçekliğinize karşı güvenilir olun. Uygulanmış Entegrite: Entegrasyon sağlayın. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu, bilinçli olarak düşünün ve bu doğrultuda davranın. Yetki Olmadan Etki: Manipülasyonsuz ve otoritesiz ilham, duygularınızdan sorumluluğu kabul etmek, onlardan öğrenmek ve başkalarıyla ilişkilerde onların rehberliğinde yer almak. 4. Duygusal Simya: Fırsatları hissetmek ve geleceği yaratmak. Sezgisel akış: İç hissedişlerinizin size rehberlik etmesi. Yansıtıcı zaman sıçrayışı: Kendinizi zamanla özgürleştirmek. Duygularınızı geçmişten geleceğe, sonrada şimdiki zamana yöneltir. Zaman ufkunuzu genişletir. Fırsat hissi: Hissetme alanınızı genişletin ve ufkunuzu açın. Olasılıkların geniş alanını sezginizle tarayın. Geleceği yaratmak: Derin sezgilerinize ve güdülerinize güvenerek yaratıcı riskler alın.
- Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zekâ - 8. Bölüm
Sonuç Araştırmalar bir çocuğun ilk yıllarda yaşadığı deneyimlerin beyin yapısını nasıl şekillendirdiğini göstermektedir. Çocukların anne ve babalarıyla ya da bakıcılarıyla olan iletişimlerinin ve ilerleyen yaşlarda, okul öncesi ve ilkokuldaki eğitimleri sırasında, öğretmenleri ile olan iletişimlerinin ve bu yıllarda sahip oldukları deneyimlerin, duygusal gelişimlerini, öğrenme yeteneklerini ve gelecekteki yaşamlarında nasıl insanlar olacaklarını kalıcı şekilde etkiler. Beynin gelişimini kalıtım ve deneyimler etkiler. Bu ikisinin karışımı beyin gelişimini biçimlendirir. Gelişimin çoğu doğumdan sonra olduğu için, gelişimi desteklemek, anne baba ve ilerleyen yaşlarda öğretmenlerin çocuklara gösterdiği sıcak, duyarlı ve güvenli bakım ve ilgiyle sağlanır. Böylece duyguların idare edilmesi ve stresin azalmasına yardımcı olan biyolojik sistemlerin güçlendirilmesi sağlanmış olunur. Duygusal zekanın öğelerini oluşturmak okul yıllar ı boyunca devam etse de ilk fırsat, en erken yıllarda ortaya çıkar. Çocuk ilk yıllardan başlayarak, beynin gelişmesinin sürdüğü ergenlik yıllarına kadar, aile içindeki güvene dayanan yakın ilişkiyle, Kendisini nasıl göreceğini, Başkalarının kendi hislerine nasıl tepki vereceğini, Hisleri hakkında nasıl düşünmesi gerektiğini ve tepki verirken ne gibi seçenekleri olduğunu, Umutları ve korkuları nasıl okuyup ifade edeceğini öğrenir. Duygusal zekanın önemli özellikleri olan; Etkili iletişim, Başkalarıyla uyum içinde olmak, Duyguların kontrolü ve kendini doğru ifade edebilmek, Farklı bakış açısına açık olmak ve empati gösterebilmek, İyimser, mizah anlayışına sahip olmak , kendisini tanımak ve hedefleri doğrultusunda ilerlemek, Problem çözebilmek ve çatışmalara şiddete başvurmadan çözüm getirebilmek, Hayatın her alanında öğrenmeye ve kendisini yenilemeye hevesli olmak. Bireylerin, toplumun mutlu, üretken ve başarılı üyeleri olmalarını sağlar. Bunun için ailede ve okullarda bugüne kadar ihmal edilen duygusal zeka eğitimine önem verilmeli. Unutmayalım çocuğun bugünkü yaşantısı onun gelecekteki hayatına yansıyan geçmişini oluşturacaktır. Kaynaklar: Cohen Cathi (2000) Raise Your Child’s Social IQ. Silver Spring, MD. Advantage Books Faber Adele, Mazlish Elaine (1982) How To Talk So Kids Will Listen and Listen So Kids Will talk. New York, NY: Avon Books Goleman Daniel (2000). Duygusal Zeka Neden IQ'dan daha önemlidir. İstanbul : Varlık Yayınları A.Ş. Gottman John Mordechai, Declaire Joan, Goleman Daniel P. (1997). The Heart of Parenting: How to Raise an Emotionally Intelligent Child. London : Simon & Schuster Jensen Eric (1998). Teaching with the Brain in Mind. Alexandria, VA: Association for Supervision & Curriculum Development. Møller Claus (2000). Hearthwork . Hillerød Time Manager International A/S Oktay Ayla (2000). Yaşamın Sihirli Yılları: Okul Öncesi Dönem. İstanbul : Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Pruett Kyle D. (1999) Me, Myself and I – How Children Build Their Sense of self. New York, NY. Goddard Press. Shapiro Lawrence E. (2000). Yüksek EQ'lu Bir Çocuk Yetiştirmek. İstanbul : Varlık Yayınları A.Ş. Starting Points.(1994) Carnegie Task Force on Meeting the needs of young children. New York, NY: Carnegie Corporaion. Windell James. (1999) 6 steps to emotional intelligence teeneger. New York, NY: John Wiley& Sons,Inc Yavuzer Haluk (1987) Doğum Öncesinden Ergenlik Sonuna Çocuk Psikolojisi. İstanbul : Remzi Kitabevi A.Ş. Erken Çocukluk Döneminde (EÇD) Duygusal Zekâ Giriş EÇD Çocuklarda Duygusal Gelişim EÇD Duyguları Tanımak (Öz Bilinç) EÇD Duyguları Yönetmek (Öz Yönetim) EÇD Öz Motivasyon EÇD Sosyal Bilinç EÇD Sosyal Beceriler Sonuç
- Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zekâ - 5. Bölüm
Beş Duygusal Zekâ Alanı - Çocuklarda Öz Motivasyon Öz motivasyon, engel, başarısızlık ve yenilgilere rağmen olumlu bakış açısını kaybetmemek; hedefler koymak, bu hedefleri gerçekleştirmek için çaba sarf etmek, genel olarak hayattan ve kendinden memnun olabilmektir. (Møller, 2000:80) Bebekler ilk yıllarında; çevrelerini ve yaşadıkları dünyayı merak ederler. Yerde buldukları her şeyi evirip çevirip incelerler, hatta bazılarını ağızlarına götürürler. Hareketli ve ses çıkaran cisimler gördüklerinde ve duyduklarında dikkat kesilirler. Ayağa kaldırdığınızda hemen yürüme refleksi gösterirler. Baş edilemez olaylar ve tekrarlanan başarısızlıklara rağmen kendilerinden emindirler. 6-7 yaşına kadar yaptıkları denemelerdeki zayıf performansa rağmen başarılı olma umutlarını yitirmezler. Bunlar, bebeğin çevresini tanıma, öğrenme, yürüme isteğinden dolayı yapılan hareketlerdir. Bu tür hedefler hiç ara vermeksizin devam eder. Lawrence E. Shapiro'nun "Yüksek EQ'lu Çocuk Yetiştirmek" isimli kitabındaki bir anıya bir göz atalım. (Shapiro 2000: 15) O gün bayan Ansel'in anaokulu sınıfındaki çocuklar için çok özel bir gündü. Bu, kitaplarla ve oyuncaklarla dolu bölmeler ve okuma alanı olarak kullanılan kocaman oyun lokomotifiyle parlak renkli duvar resimlerinin bulunduğu odada geçirilen her günün özelliği olmadığı anlamına gelmiyor. Fakat o gün sınıf önemli bir konuğu kabul edecekti. Bu konuk, herkesin sırayla katılacağı eğlenceli bir oyun oynayacaktı onlarla. Dört yaşındaki Barry, çocuklara kasten çok zor gelecek şekilde tasarlanmış olan bu oyunu oynamak için seçilen ilk çocuktu. Çocuk gelişimi araştırmacısı olan konuk, Barry'ye bir kuleye bağlı platformun üzerine oturtulmuş parlak bir metal top gösterdi ve şöyle dedi: "Bu küçük bir asansör gibi. Küçük topu düşürmeden platformu kulenin en üstüne kadar kaldırmak zorundasın." Barry'nin ilk denemesinde hemen düştü. İkincisinde tekrar düştü. Masanın etrafında dolanarak yere yuvarlandı, köşeye doğru gitti. Üçüncü denemesinde topu düşmeden önce kulenin yaklaşık dörtte birine kadar kaldırabildi. Dördüncü denemesi birincisinden daha iyi değildi. "Bunu yapabileceğini düşünüyor musun?" diye sordu konuk, nötr bir ses tonuyla. "Evet" diye yanıtladı Barry coşkuyla yeniden denerken. Barry, öz motivasyon deneyinde yer alan anaokulu sınıfındaki diğer çocukların tipik bir örneğiydi. Tekrar tekrar deneyip başarısız oldukları halde, bütün çocuklar sonunda bu işi becerebileceklerini belirtmişlerdi. (Shapiro 2000: 15) Bebeklerin doğuştan öz motivasyonları olmasına rağmen sonraki yıllarda bazı kişilerin öz motivasyonlu ve çok başarılı olduğu halde, diğerlerinin neden öyle olmadığı sorusuna ışık tutacak araştırmalardan su sonuçlar çıkmıştır. (Shapiro 2000: 197) Çocuğa başarı beklentisi aşılamak. Dünyasına hakim olması için ona fırsatlar sağlamak. Eğitimin çocuğun ilgi alanına ve öğrenme tarzına uygun olmasını sağlamak. İstikrarlı çabaya değer vermeyi öğretmek. Başarısızlıkla yüzleşip üstesinden gelmenin önemini öğretmek. Kaynaklar: Cohen Cathi (2000) Raise Your Child’s Social IQ. Silver Spring, MD. Advantage Books Faber Adele, Mazlish Elaine (1982) How To Talk So Kids Will Listen and Listen So Kids Will talk. New York, NY: Avon Books Goleman Daniel (2000). Duygusal Zeka Neden IQ'dan daha önemlidir. İstanbul : Varlık Yayınları A.Ş. Gottman John Mordechai, Declaire Joan, Goleman Daniel P. (1997). The Heart of Parenting: How to Raise an Emotionally Intelligent Child. London : Simon & Schuster Jensen Eric (1998). Teaching with the Brain in Mind. Alexandria, VA: Association for Supervision & Curriculum Development. Møller Claus (2000). Hearthwork . Hillerød Time Manager International A/S Oktay Ayla (2000). Yaşamın Sihirli Yılları: Okul Öncesi Dönem. İstanbul : Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Pruett Kyle D. (1999) Me, Myself and I – How Children Build Their Sense of self. New York, NY. Goddard Press. Shapiro Lawrence E. (2000). Yüksek EQ'lu Bir Çocuk Yetiştirmek. İstanbul : Varlık Yayınları A.Ş. Starting Points.(1994) Carnegie Task Force on Meeting the needs of young children. New York, NY: Carnegie Corporaion. Windell James. (1999) 6 steps to emotional intelligence teeneger. New York, NY: John Wiley& Sons,Inc Yavuzer Haluk (1987) Doğum Öncesinden Ergenlik Sonuna Çocuk Psikolojisi. İstanbul : Remzi Kitabevi A.Ş. Erken Çocukluk Döneminde (EÇD) Duygusal Zekâ Giriş EÇD Çocuklarda Duygusal Gelişim EÇD Duyguları Tanımak (Öz Bilinç) EÇD Duyguları Yönetmek (Öz Yönetim) EÇD Öz Motivasyon EÇD Sosyal Bilinç EÇD Sosyal Beceriler Sonuç
- Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zekâ - 3. Bölüm
Beş Duygusal Zeka Alanı - D uyguları Tanımak (Özbilinç) Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zekâ Nuran Kansu & Eray Beceren Kendini Tanımak: Güçlü ve gelişmeye açık yönleri bilmek, duyguları tanımak, bu farkındalığı düşünce ve davranışlara rehber olacak şekilde kullanmak ve kendini açık bir biçimde ifade edebilmektir. Özbilinç sahibi bireyler, kendilerini tanır, kendileri hakkında iyi hisseder ve duygularının farkında olurlar. Bu kişiler, duygularını ifade edebilir; duygu, düşünce ve inançlarını güvenle dile getirebilirler. (Møller, 2000:36) Çocukların hisleri ile davranışları birbirleriyle yakından ilişkilidir. Çocuklar doğru hissediyorlarsa doğru davranırlar. Peki doğru hissetmelerini nasıl sağlarız? Onların doğru hissetmelerini sağlamanın yolu onların hislerini kabul etmekle başlar. Örnek: “hayır gerçekten hissettiğin o değil” “böyle olduğunu söylüyorsun çünkü yorgunsun” “Üzülecek hiç bir şey yok bunda” Çocuğun hislerini kabul etmemek ve sürekli reddetmek çocuğun aklını karıştırır ve onu kızdırır. Aynı zamanda hislerinin ne olduğunu anlayamayan çocuk hislerine güvenemez. Eğer hislerle ilgili çocuklara yardım etmek istiyorsanız: Dikkatlice dinleyin. “Himm”.. “Evet”... “Anlıyorum” gibi kelimelerle hisleri kabul ettiğinizi belirtin. Hisleri adlandırın (Bu sende hayal kırıklığı yaratmış) Gerçekleştiremediği yada elde edemediği isteklerini ona elinizden gelse hemen vereceğinizi söyleyin. (Keşke şimdi o istediğin muzlu pastayı senin için yapabilseydim.) (Faber ve Mazlish, 1980:9,27) Yüksek EQ'lu Çocuk Yetiştirmek isimli kitabında Lawrence E. Shapiro, anne ve babasının son derece çekişmeli bir şekilde boşanmalarına tanık olan altı yaşındaki Martin'in hikayesini anlatıyor. Hafta içinde Virginia'nın Richmond kentindeki annesinin evinde kalırken, babası hafta sonları uçakla Boston'a gelip kendisini görmesi için ısrar ediyordu. İki buçuk saatlik yolculuk sırasında Martinin ağzından tek tük laf çıkıyor ve her iki evine de ulaşır ulaşmaz yatıp uyumak istiyordu. Bu düzen iki ay sürdükten sonra, Martin mide ağrılarından şikayet etmeye başladı. Öğretmeni, onun okuldayken birileriyle çok nadir olarak konuştuğunu söylüyordu. Velayet davasının bir celsesinde, Martin'in avukatı, "Her hafta sonu babanı ziyaret etmen konusunda ne düşünüyorsun?" diye sordu. "Bilmiyorum," dedi Martin. Kendi duygularını kontrol altında tutan avukat, Martin'i yönlendirmekten kaçınarak, "Peki, Boston'a gittiğinde babanı görmek seni mutlu ediyor mu?" diye sordu bu kez. "Bilmiyorum," diye cevap verdi yine Martin, zor duyulan tekdüze bir ses tonuyla. "Peki ya annen? Hafta içi onunla birlikte olmaktan memnun musun?" diye soran avukat, bütün mahkeme sürecinde Martin'den hep aynı cevabı alacağını anlamıştı. "Bilmiyorum," dedi Martin yine; tavırlarında bildiğini gösteren bir şey de yoktu. Çocuğunuzun, duygularını sözcüklere dökebilmesi, temel ihtiyaçlarını gidermesinin can alıcı bir parçasıdır, iki yaşındaki çocuğunuz siz markette bir arkadaşınızla konuşurken, eve gidip bir şeyler yemek istediği için sinirlenip bir öfke nöbeti geçirebilir; çünkü bu, ihtiyaçlarını gidermesini sağlayacak en kısa yol gibi görünür. Ancak beş yaşındaki çocuğunuz aç olduğunu ve sıkıldığını idrak edip bunları sözcüklerle ifade edebilecektir. Büyük olasılıkla, onun ihtiyacını bir bisküvi alarak giderebilirsiniz. (Shapiro, 2000:236) Az önceki örnekte gördüğümüz gibi, henüz dil becerileri gelişmemiş olan küçücük bir çocuk hislerini sözcüklere dökmekte zorluk çeker ve bir öfke nöbeti geçirebilir. Beş yaşındaki bir çocuk ise gerekli dili edinmiştir, dolayısıyla da sözcükleri kullanma yeteneğine sahiptir. Çocuklarımızın duygusal bilinç kapasitesi ve hisleri hakkında konuşma yetenekleri neokortekslerinde bulunduğundan, doğal olarak bilişsel gelişimi izlerler. (Shapiro, 2000:237) Çocuklarımızın, hisleri anlamaya ve iletmeye gelişimsel yönden hazır olmalarıyla bunu yapabilmeleri iki farklı konudur. Duygular hakkında konuşma kapasiteleri beyinlerine (bir gelişimsel ön programlama şeklinde) sıkıca yerleşmiş olsa da, çocukların bu yetiyi gerçekten kullanıp kullanamayacakları, büyük oranda içinde yetiştirildikleri kültüre ve özellikle, sizin onlarla, onların da birbirleriyle olan etkileşim tarzına bağlıdır. (Shapiro, 2000: 237) Hislerin açıkça ifade edildiği ve tartışıldığı ailelerde ise çocuklar duyguları hakkında konuşmak ve onları iletmek için sözcük dağarcıklarını geliştirirler. Hislerin bastırıldığı ve duygusal iletişimin engellendiği ailelerde ise çocukların duygusal yönden dilsiz olmaları büyük bir olasılıktır. Psikoterapi, insanın diğer diller gibi, duyguların "dil"ini de herhangi bir yaşta öğrenebileceğini kanıtlamış olsa da, kendini en iyi ifade edebilen konuşmacılar, bunu küçükken öğrenenlerdir. (Shapiro, 2000:237) Duyguları teşhis etmeyi ve iletmeyi öğrenmek iletişimin önemli bir parçası ve duygusal denetimin bir yanıdır. Ancak, başkalarının duygularını kabul etmek, özellikle yakın ve doyurucu ilişkiler kurmak açısından eşit derecede önemli bir Duygusal Zeka becerisidir. (Shapiro, 2000:237) Çocuklarınızın duygular konusundaki bilgilerini arttırabilmek için yapabileceğiniz en iyi şey onlara duyguları öğretmektir. Kendiniz uyumlu olarak çocuğunuza bebekliğinden itibaren duyguları öğretebilirsiniz. Uyumlu olmanın anlamı; çocuğunuzun neler hissettiğini bilmek ve ona bunları aktararak onun da bilmesini sağlamaktır. Bunu yaptığınız zaman o duyguları üreten çocuğun beynindeki bağlantıların gelişimine yardımcı olursunuz. Yani bebeğinizin duyguları anlaması için beynindeki bağlantıları kurmuş olursunuz. Diğer bir deyişle duygusal zekasını geliştirirsiniz. Uyumlu olabilmeniz için iyi bir gözlemci olmanız gerekir. Bebeğinizin yaptıklarını izleyerek ve söylediklerini dinleyerek kendinize şu soruları sorabilirsiniz. Şu anda neler hissediyor? Nasıl tepki vermeliyim? Onu anladığımı ona nasıl bildirebilirim? Bebeğinizle uyumlu olmak bir ayna gibi olmaya benzer bebeğinizin neler hissettikleri hakkındaki düşüncenizi geri yansıtmak. İşte yapabilecekleriniz hakkında size bazı örnekler. Çocuğunuzun büyüdükçe daha çok duygu kelimeleri öğrenir ve dolayısı ile hissettikleri hakkında daha fazla konuşabilirsiniz. Güçlü duyguları hissettiği zaman yumruğu yerine kelimeleri kullanan öz kontrolü yüksek çocuklar yetişiyor demektir. Nasıl hissettiklerini bilirler ve bunu diğerlerine de yansıtırlar. Çocukların öz bilinçlerini geliştirerek kendilerini tanımaları, onların duygularını kontrol etmelerine yardımcı olur. Kendini tanıyan çocuk, içinde yaşadığı durumdan haberdar olur ve neyi, ne zaman ve nasıl hissettiğini anlar. Kendilerini tanıyan çocuklar gerçeklerden kaçmazlar, kötü ruh hallerinden kolaylıkla çıkabilirler. Hislerini adlandırmak o hislere sahip olmalarını sağlar. Bu çocuklar korku, hayal kırıklıkları, heyecan ve kıskançlıkları hakkında konuşabildikleri gibi başkalarının hislerini anlayarak onların içinde bulundukları durumlarla ilgili tahminler yürütüp onların halinden de anlarlar. Kendilerini tanımayan çocuklar hislerinin içinde kaybolur ve ezilirler. İç dünyaları ile dış dünyalarında olup bitenin farkına varamamak, anlayamamak onların hisleriyle inançları ve davranışları arasında uyumsuzluğa yol acar. Başkalarının içinde bulundukları durumları ve hisleri fark edemiyor olmaları yalnızlık hissine yol açar. (kendini böyle hisseden tek kişi benim) Kendisini anlayamayan çocuk hayatını kontrol edemez ve başkaları tarafından kolaylıkla yönlendirilir. Kaynaklar: Cohen Cathi (2000) Raise Your Child’s Social IQ. Silver Spring, MD. Advantage Books Faber Adele, Mazlish Elaine (1982) How To Talk So Kids Will Listen and Listen So Kids Will talk. New York, NY: Avon Books Goleman Daniel (2000). Duygusal Zeka Neden IQ'dan daha önemlidir. İstanbul : Varlık Yayınları A.Ş. Gottman John Mordechai, Declaire Joan, Goleman Daniel P. (1997). The Heart of Parenting: How to Raise an Emotionally Intelligent Child. London : Simon & Schuster Jensen Eric (1998). Teaching with the Brain in Mind. Alexandria, VA: Association for Supervision & Curriculum Development. Møller Claus (2000). Hearthwork . Hillerød Time Manager International A/S Oktay Ayla (2000). Yaşamın Sihirli Yılları: Okul Öncesi Dönem. İstanbul : Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Pruett Kyle D. (1999) Me, Myself and I – How Children Build Their Sense of self. New York, NY. Goddard Press. Shapiro Lawrence E. (2000). Yüksek EQ'lu Bir Çocuk Yetiştirmek. İstanbul : Varlık Yayınları A.Ş. Starting Points.(1994) Carnegie Task Force on Meeting the needs of young children. New York, NY: Carnegie Corporaion. Windell James. (1999) 6 steps to emotional intelligence teeneger. New York, NY: John Wiley& Sons,Inc Yavuzer Haluk (1987) Doğum Öncesinden Ergenlik Sonuna Çocuk Psikolojisi. İstanbul : Remzi Kitabevi A.Ş. Erken Çocukluk Döneminde (EÇD) Duygusal Zekâ Giriş EÇD Çocuklarda Duygusal Gelişim EÇD Duyguları Tanımak (Öz Bilinç) EÇD Duyguları Yönetmek (Öz Yönetim) EÇD Öz Motivasyon EÇD Sosyal Bilinç EÇD Sosyal Beceriler Sonuç
- Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zekâ - 2. Bölüm
ÇOCUKLARDA DUYGUSAL GELİŞİM Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zekâ Nuran Kansu & Eray Beceren Duygusal faktörlerin, insanın tüm yaşam evrelerinde önemli yeri olduğu kuşkusuzdur. Gerçekten de olaylar karşısında bir yandan aklımız ve mantığımızla hareket etmeye çalışırken, çok kere de duygularımız bize yön verir. Günlük yaşamda yetişkinlerin bile sık sık etkisi altında kaldığı duygular, henüz bunları yeterince kontrol edecek düzeye ulaşmamış çocuğun davranışlarını yönlendirmede büyük rol oynar. Çocuk yaşı küçük olduğu ölçüde duygularını daha çok belli eder. Mutluluğunu veya hoşnutsuzluğunu rahatça gösterir. Onun zaman zaman başvurduğu ağlama, surat asma, saldırma, kabuğuna çekilme hep bu türden duygusal davranış örnekleridir. Çocuk, ilk toplumsal ilişkilerini de çevresi ile duygusal etkileşimine bağlı olarak kurar. Anneden ve öteki insanlardan aldığı etkilere göre olumlu veya olumsuz duygusal davranış modelleri ve bunlara uygun kişilik yapısı geliştirir. 0 – 1 Yaş Duygusal Gelişim İlk altı ay çocuğun kendi bedeninin ihtiyaçlarına duyarlı olduğu bir dönem olmakla birlikte, bu ihtiyaçları karşılamada ona yardımcı olan yetişkinlere de bağlılık geliştirdiği bir dönemdir. Bu bağlılık, aynı zamanda çocukta özellikle bu ilk yıllarda temelleri atılan güven duygusunun da kaynağını oluşturur. Eğer çocuk, doğumunu izleyen ilk hafta ve aylarda tercihen anne, ama onun yokluğunda yerini alabilecek başka bir yetişkinle olumlu bir ilişki geliştiremezse, daha sonra toplumda diğer insanlarla rahatça ilişki kurabilen, güven dolu ve güvenilir bir yetişkin olabilmekte de zorlanır. Bu döneme GÜVEN - GÜVENSİZLİK dönemi de denir. Bebekte gelişmesi beklenen temel duygu GÜVEN' dir. Bebeğin gereksinmelerine anne-babanın yerinde ve zamanında yönelebilmesi, onun sıkıntılarını giderebilmesi, konuşamayan bebeğin o sözsüz dilini anlayabilmesi, anne-babayla bebek arasında kurulan karşılıklı anlayış ve güvenin temelini oluşturur. Bebekte bu duyguyu doyuramayan anne-babalar, kendine güveni olmayan kişiler yetiştirirler. Bu dönemi iyi geçiremeyen bebekler diğer gelişim evrelerine sağlıklı bir şekilde geçemeyebilirler. Bu dönemde çocuklar genellikle: İhtiyacı olduğunda ağlayarak ilgi sağlar. Yaşamın ilk yıllarında öfke, korku gibi heyecan belirtileriyle, beslenme dışındaki her şey oyundur. Tanıdık durumlara tepki vermeye başlar.(Gülümseme, cıvıldama, coşkulu hareketler gibi tepkiler) Bu dönemde bebek özel bağlılık geliştirir. (7–9 ay) Tek bir kişiye bağlanır. Bu kişi genelde annedir. O kişiden ayrı kaldığında buna tepki gösterir. Yabancılara hala cana yakın, dostça davranır; ama zaman zaman, özellikle de annesi yanında olmadığında çok yakınına gidilir, birdenbire yaklaşılırsa, hafif bir utangaçlık hatta endişe gösterebilir. Yaklaşık 8. aydan itibaren, yabancılara karşı açık bir çekingenlik sergiler. 2 Yaş Duygusal Gelişim: İki yaşın ortalarında olumsuz tepkiler daha sık görülür. Gelişmenin adeta doğal bir seyri olan bu durum bir anlamda çocuğun dış dünyaya karşı çaresizliğini dile getirmesi olarak yorumlanabilir. Çok kere annenin çocuğun dikkatini başka bir konuya yönlendirmesi ile çözümlenebilir. Çocuğun kırıklığını ifade eden ağlama, bağırma veya olumsuz tavırlarına karşı yetişkinin de cezalandırıcı bir tavır takınması, çok kere yetişkinle çocuk arasındaki ilişkiyi bozabileceği gibi, çocuğun isteklerini yaptırmak için olumsuz ifadeler kullanmayı öğrenmesine neden olabilir. Bunun ilerdeki davranış biçimi ise muhtemelen inatçılıktır. Çocuklar inatçı doğmazlar, ama yaşam süreci içindeki belirli kritik zamanlarda, yetişkinle olan ilişkilerinde kendi güçlerini kanıtlamaya çalışmak zorunda bırakılırlarsa böyle olmayı öğrenirler. Bu dönemde çocuklar genellikle: Kolay sinirlenir ve çok sabırsızdır. Bağırıp çağırır, yumruklar atar. Kendi istediklerini yapmak ister. Günlük düzen bozulunca sinirlenir. 3 Yaş Duygusal Gelişim: Kendi başına birçok işi başarabilen üç yaş çocuğu hareketli, neşeli ve canlıdır. Dış dünya ve çevresindekilerle son derece ilgilidir. Genellikle neşeli olan üç yaş çocuğu, özellikle sevdiği insanlara karşı çelişkili duygular içindedir. Bu nedenle zaman zaman kızgın ve saldırgan davranışlarda bulunabilir. Henüz kendisine verilen görevleri sonuna kadar götürmekte değilse de, bu konuda verilecek fırsatlar ona kendisini tanıma konusunda yardımcı olur. Bu dönemde çocuklar genellikle: Daha sakin ve uyumludur. Bazen ağlama ve tutturmaları olabilir. Yabancı olduğu nesne ve faaliyetlerden korkabilir. Bazen bebek gibi davranabilir. Rüyaları hakkında konuşmaya başlayabilir. 4 Yaş Duygusal Gelişim: Dört yaşındaki çocuk artık sürekli gözetim altında bulundurulması gereken bir bebek değildir. O, kendi kendine hareket edebilen, soru sorabilen, seçim yapabilen, kendisi hakkında bilgi verebilen bir bireydir. Bu dönemde çocuklar genellikle: Zaman zaman bebek gibi davranır. Yeni korkular gösterebilir. Şakacı olma eğilimindedir. 5 Yaş Duygusal Gelişim: Herhangi bir becerinin kazanılmasında büyük sebat gösteren beş yaş çocuğu, duygularını kontrol etmeyi de başarır. Beş yaşındaki çocuklar duygusal yönden oldukça dengeli görünseler de zaman zaman karanlıktan, kaybolmaktan vb. korkabilirler ve neden korktuklarını anlatmakta da güçlük çekebilirler. Bu durumda çocukla ilgilenmek ve onu sakinleştirmeye çalışmak en uygun yoldur. Bu dönemde çocuklar genellikle: Duygularını kelimelerle ifade etmeye başlar. Kolayca utanır Ölüm hakkında duygular ortaya çıkar. Aşırı yaramazlıklar yapar. Bağımsızlıktan hoşlanır. Ağır başlı ve güvenilirdir. Kritik durumlarda soğukkanlı olmayı başarır. Ne kendisi ne de çevresiyle çelişki halindedir. 6 Yaş Duygusal Gelişim: Beş yaşında genellikle rahat, uyumlu ve sakin görünen çocuğun, bu yaşın ortalarına doğru değişmeye, daha hareketli ve uyumsuz bir görünüm almaya başladığı dikkati çeker. Altı yaş çocuğu pek çok şeyden korkmaz, ama hayali durumlardan beş yaşındakilerden daha çok endişe duyar. Bu dönemde çocuklar genellikle: Ruh hali oynaktır. Dengesiz, kurala karşı olan, isyankar bir tutum içindedir. Eleştirilmekten hoşlanmaz. Yanlış yapmaktan çekinir. 7 Yaş Duygusal Gelişim: Bu dönemde çocuklar: Sürekli bir gelişim ve değişim içindedir. Meraklı ve ilgilidir. Sorumluluk almayı, yerine getirmeyi sever. Başladığı işi bitirir. Haksızlığa uğradığında kendini savunur. Öğretmenler çocuğun hayatındaki en önemli kişi olmaya başlar. Kızlar anneyi, erkekler babayı taklit eder. Büyüklerini memnun etmeye çalışır. Bedensel gelişmenin verdiği enerji ve kendine güven sosyal davranışlarına yansır. Kendinden küçüklere karşı koruyucudur. 8 Yaş Duygusal Gelişim: Bu dönemde çocuklar: Hemen utanır. Korku, kızgınlık, üzüntü gibi duyguların paylaşıldığını hisseder. Umudu kolay kırılır. Kaynaklar Oktay, Ayla;2002. Yaşamın Sihirli Yılları: Okul Öncesi Dönem, Epsilon Yayınları. Yavuzer, Haluk;1998. Çocuk Psikolojisi, Remzi Kitabevi. Bursa sağlık müdürlüğü web sayfası www.minikeller.com Erken Çocukluk Döneminde (EÇD) Duygusal Zekâ Giriş EÇD Çocuklarda Duygusal Gelişim EÇD Duyguları Tanımak (Öz Bilinç) EÇD Duyguları Yönetmek (Öz Yönetim) EÇD Öz Motivasyon EÇD Sosyal Bilinç EÇD Sosyal Beceriler Sonuç
- Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zekâ - 7. Bölüm
Beş Duygusal Zekâ Alanı - Çocuklarda Sosyal Beceriler İlişkilere hakim olan duyguları başarıyla yönetmek: Yakınlaşma kurmak; başkalarının en iyi yönlerini ortaya çıkarmak; iyi bir takım üyesi olmaktır. Diğer insanlarla geçinebilmek ve iyi ilişkiler kurabilmek için gerekli olan yetkinlikler genellikle, sosyal beceriler olarak adlandırılmaktadır. Sosyal beceriler büyük ölçüde empati yeteneğine dayanır. Sosyal beceriler, insanlar arasındaki iyi ilişkilerin temelini oluşturur. Sosyal beceriler konusunda ustalaşmış kişiler, diğer insanlarla tam bir etkileşim gerektiren her türlü faaliyette başarılı olurlar: örneğin; satış, yönetim, müzakere, iletişim, eğitim, çocuk yetiştirmek, motivasyon, ilham vermek, takım kurmak vb. Bu beceriler, her türlü ortaklık ilişkisinin anahtarıdır. Çocuğunuzun geliştireceği tüm Duygusal Zeka becerileri arasında, başarı ve yaşamdan tatmin olma duygusuna en büyük katkıyı da yapacak olan, başkalarıyla geçinebilme becerisidir. Sosyal bir dünyada etkili işler yapabilmesi için, çocuğunuzun tanımayı, yorum yapmayı ve sosyal durumlara uygun bir şekilde tepki vermeyi öğrenmesi gerekir. Kendi ihtiyaç ve beklentilerini başkalarınkilerle nasıl bağdaştıracağına karar verebilmelidir. Sosyalleşme süreci, tüm Duygusal Zeka becerilerinde olduğu gibi çocuğunuzun doğuştan gelen mizacı ve sizin buna olan tepkinizin birleşimiyle başlar. Bir bebek sadece altı haftalıkken, anne ve babasının yüzüne uzunca bir süre gözlerini diker, sonra da yüzünü kocaman bir gülücük kaplar. Eğer siz de gülümserseniz, gülücüğü daha da büyür. Bebek daha ilk aylarda başının pozisyonunu ve bakışlarını kullanarak çevresindekilerle, hoşnut, ciddi yada ürkmüş ifadelerle iletişim kurmaya başlar. (Shapiro 2000: 155) Ancak bebekler bile sosyal tepkilerinde farklılık gösterirler; tepki şekilleri, uyum sağlama yetenekleri ve kararlılıkları önemli ölçüde değişkendir. Doğal olarak, bebeklerimizin davranışlarından biz de etkileniriz, daha girgin olanlara daha fazla zaman ayırıp daha fazla dikkatimizi yöneltiriz. Sosyal eğilimi daha az olan bebekler tabii ki diğer bebekler kadar mutlu ve başarılı olabilirler; ancak yetişkinlerin de daha fazla sabırlı ve bilinçli olmaları gerekir, ileride göreceğimiz gibi bu, her yaştaki çocuk için geçerlidir. (Shapiro 2000: 156) Başka çocuklara karşı ilgi de çok küçük yaşlarda başlar. Bebekler pusetlerinde giderken, yoldan geçen diğer bebekleri izlemeye çalışır. Televizyonda başka bebekler gördüklerinde, büyülenmişçesine, sessizce bakarlar ve eğer yapabiliyorlarsa, emekleyerek ekrana dokunurlar. (Shapiro 2000: 156) Yetişkinler, gelişimleri sürecinde çocukların sosyal yönden bilinçli ve sosyal nüanslara duyarlı olmaya ne kadar erken başladıklarının çoğunlukla farkına varmazlar. (Shapiro 2000: 156) Gerek çocukların doğuştan gelen mizaçları, gerekse hem sosyal hem de akademik eğitimlerini etkileyen belirli psikolojik eksiklikler nedeniyle, psikoloji literatürünün çoğu sosyal becerilerde zorluk çeken çocuklarla ilgilidir. (Shapiro 2000: 157) Sosyal ilişkilerde zorluk çeken çocukların sosyal becerileri öğrenebilmeleri için değişik yollar vardır. Maalesef okullarda işbirliği (yardımlaşma), empati, anlaşmazlıklara çözüm bulma, duyguları kontrol etme ve iletişim becerileri gibi konular ders olarak işlenmez. Çocukların başkalarıyla iyi anlaşabilmelerini ve sosyal becerileri öğrenebilmeleri, sanıldığı gibi, çocukların çevrelerindeki insanları ve onların davranışlarını gözlemlemesiyle öğrenilemez. Bugün sosyal ilişkilerde zorlanan ve başarılı olamayan pek çok çocuk vardır. Bu çocuklar için karmaşık bir matematik problemi çözmek bir arkadaşla sohbet etmekten daha kolaydır. Onlar için ileri düzeyde bir bilgisayar oyunu öğrenmek son derece eğlenceliyken, bir arkadaşın problemini dinleyip ona yardım etmek çok büyük işkencedir. Bir çocuğun “A” öğrencisi olmasına rağmen hala sosyal zekasını yükseltmeye ihtiyacı olabilir. Bu tip çocuklar “sosyal öğrenme zorlukları” olan çocuklardır . (Cohen, 2000: 5-8) Cathi Cohen, Raise Your Child’s Social IQ (Çocuğunuzun Sosyal IQ’sunu Yükseltin) adlı kitabında, bir gün, kendisine “Bütün insanlar bu gezegende yaşarken ben kendimi sanki bana ait başka bir gezegende yaşıyormuşum gibi hissediyorum” diyen sekiz yaşındaki bir erkek çocuğunun bu ifadesiyle onun kendisini ne kadar yalnız hissettiğini ve kendi yaşıtlarıyla bağlantı kuramadığını söylemeye çalıştığını ve bunun bir çocuk için son derece stresli bir durum olduğunu söylemektedir. Bu tip çocuklar okulda, sınıf içi faaliyetlerde ve teneffüslerde oyun sırasında çevreleri çocuklarla dolu olmasına rağmen, sosyal becerilerinin eksikliği yüzünden kendilerini dışlanmış hissederler. Cohen, bu tip çocuklar için okula gitmenin dehşet verici bir şey olduğunu ve arkadaşlığın teselli yerine acı verdiğini söyler. Çocuklar arkadaşsız olduklarında kendilerini yalnız, şaşkın ve dünyayla uyum içinde olmadıklarını hissederler ve bu hisler onların geleceklerini ciddi olarak tehdit eder. Okullardaki özel eğitim şubelerine gönderilen çocukların yaklaşık % 50'si, sosyal becerileri zayıf olduğu için yaşıtları tarafından reddedilen çocuklar olarak tanımlanmıştır. Çoğu kez, çocuğun sosyal sorunları, başlangıçtaki öğrenme zorluğundan daha önemli hale gelir. Yüzlerce inceleme, çocuklukta yaşıtları tarafından reddedilmenin okul başarısında zayıflığa, duygusal sorunlara ve ergenlik çağında suç işleme riskinin yükselmesine katkıda bulunan bir etken olduğunu göstermektedir. Araştırmalar, bu tip çocukların ilerde depresyon, başarısız ilişkiler, yetersiz ebeveynlik ve kariyerde başarısızlıklar gibi ciddi sorunlarla karsılaştıklarını göstermektedir. Neyse ki sosyal beceriler de tıpkı diğer Duygusal Zeka becerileri gibi, çocukların yaşlarına uygun sosyal ortamlar sağlanarak, belirli faaliyetlerin uygulanmasıyla ve büyüklerinin onlara örnek olmasıyla öğretilebilir. Konuşma Becerileri: Başkalarıyla geçinmekte sorunları olan birçok çocuk yaşına uygun konuşma becerilerinden yoksundur, ihtiyaçlarını başkalarına iletmekte sorun yaşar ve başkalarının istekleriyle ihtiyaçlarını anlamakta zorlanırlar. (Shapiro 2000: 158) Neyse ki, Guevremont ve başka psikologlar konuşma becerilerinin teşhis edilebileceğini ve öğretilebileceğini ortaya çıkarmışlardır. Çocuklar sosyal iletişim becerilerini ilk önce aileleriyle yaptıkları konuşmalardan öğrenirler. Birçok ebeveyn için başlıca engel, konuşmak için zaman bulamamalarıdır. Bazı anne-babalar bunu düzenli olarak uyku vaktinde yapar, diğerleri en azından birkaç akşam yemeğinin telaşsız olmasını ve anlamlı sohbetlerle tamamlanmasını sağlar. Uzun yürüyüşler yada arabayla bir gezinti baş başa konuşmak için iyi fırsatlar sağlayabilir. Anlamlı sohbetlerin özelliği, iki kişinin düşüncelerini ve hislerini, hatalarını ve başarısızlıklarını, sorunlarını ve çözümlerini, hedeflerini ve hayallerini gerçekçi bir şekilde dışa vurmasıdır. (Shapiro 2000: 161) Başkaları ile geçinme zorluğu çeken ve/veya konuşma becerileri zayıf olan çocuklar için, daha planlı etkinlikler gerekli olabilir. Guevremont, konuşma becerilerinin de diğer dil becerileri gibi, uygulama ile öğretilebileceğini ve geliştirilebileceğini bulgulamıştır. (Shapiro 2000: 161) Mizahın Önemi ve Keyfi Psikolog Paul McGhee, mizahın çocukların sosyal yeterlilik geliştirme tarzlarında özellikle önemli bir rol oynadığını göstermiştir. McGhee, "Sizi güldüren birini sevmemeniz zordur" diyerek "mizah yeteneği" olan çocukların, çocuklukları boyunca sosyal etkileşimlerinde daha başarılı olduklarını açıklıyor. Araştırmalar, mizah duygusundan yoksun çocukların yaşıtları tarafından daha az sevilirken, komik olarak bilinen çocukların daha gözde olduğu fikrini desteklemiştir. Diğer araştırmacılar, sosyal yeterlilik düzeyleri yüksek olarak değerlendirilen dört-beş yaşındaki çocukların bile başka çocuklarla mizahi etkileşimleri daha sık başlattıklarını, başkalarının şakalarına daha fazla güldüklerini bulgulamışlardır. (Shapiro 2000: 164) Mizah yetisi de yaşamın ilk haftalarında gelişmeye başlar. Bebek altı haftalıkken, yüzünüze bir mendil koyup hemen kaldırdığınızda, bu "ce!" oyunuyla onu gülümsettiğinizi görebilirsiniz. (Shapiro 2000: 164) Mizah; (Shapiro 2000: 169) Mizah sosyal bağ oluşturur, öğretmenler, anne ve babalar ve diğer yetişkinler tarafından anlamlı ve uygun bir şekilde kullanılması çocukların sosyal becerilerini geliştirmesine yardımcı olur. Mizah, beyni değişik yollarla uyarır ve öğrenilen şeylerin hafızada kalmasını sağlar. Mizah çocukların, hayal, merak, umut dünyalarına yenilik katar ve yaratıcılığı çoğaltır, Çocuklara stres ve kaygıyla mücadele etmenin çeşitli yöntemlerini gösterir. Utanç verici bir durumdan yüz akıyla kurtulmalarına yardımcı olabilir. Öfkeyle başa çıkmalarına yada başka bir şekilde söylenmesi zor olan bir şeyi ifade etmelerini (yani, bir şeyi gerçekten söylemeden belirtmelerini) sağlayabilir. Neşelendirir. Gülme özgürlüğü üzüntülü ruh halinden kurtulmayı sağlar Duygusal beyinle düşünen beyin ve beden arasında dengeyi sağlar. Arkadaş Edinme Zick Rubin, Children's Friendships (Çocukların Arkadaşlıkları) adlı kitabında, çocukların arkadaş edinme sanatını ve becerisini öğrenirken farklı evrelerden geçtiklerini anlatır. (Shapiro 2000: 174) Zick Rubin, "çocukluk boyunca her yaştaki arkadaşlığın özellikle önemli bir ölçütü, kişisel bilgilerin -diğer kişilerin bilmediği 'özel' gerçekler yada hislerin paylaşımıdır," diyor. Bütün terapistlerin bildiği gibi, kişisel bilgilerin paylaşımı tatmin edici ilişkiler kurmanın temel unsurlarından biridir ve büyük psikolojik yararları olduğu görülmektedir. Bir kişinin mahremiyet ve sırları da içeren kişisel bilgileri paylaşma derecesi, büyük olasılıkla çocukların arkadaşlıklarını değerlendirmede kullandıkları en önemli ölçüttür. (Shapiro 2000: 176) Küçük çocuklar yada içe dönük ve sosyal açıdan soyutlanmaya eğilimli olanlar için, kendilerine benzeyen yada benzer ilgilere sahip çocukların katılacağı etkinlikler planlamak önemlidir. Başlangıçta, önemli olan çocukların birbirlerine nasıl tepki verdikleri değil, daha ziyade bunu yapmak için fırsatlara sahip olmalarıdır. Bilgisayarların ve sporun buzları eritmede büyük etkisi vardır. Çocukların sadece çizgi filmleri birlikte seyretmeleri bile daha sonraki sosyal gelişimin temellerini oluşturacak önemli bir ortaklaşa deneyim olabilir. (Shapiro 2000: 177) Çocuklarınıza tek başınıza ebeveynlik yapıyorsanız, onlarla, hafta sonları ve okul tatillerinde çok uzun süre birlikte olma isteğinize karşı koymanız doğru olur. Okula gidecek yaşa geldiklerinde, yaşıtlarına daha fazla duygusal enerji ayırmaya hazırdırlar. Çocuklarınız, başka çocukların arkadaşlığından zevk duymaya başladıktan sonra arkadaşlarının değerini vurgulamak önemlidir. Çocuklarınızın arkadaşlıklarını ciddiye alın ve ilişkilerine ilgi göstererek, onları deneyimleri hakkında konuşmaya teşvik edin. (Shapiro 2000: 177) Erken Çocukluk Döneminde (EÇD) Duygusal Zekâ Giriş EÇD Çocuklarda Duygusal Gelişim EÇD Duyguları Tanımak (Öz Bilinç) EÇD Duyguları Yönetmek (Öz Yönetim) EÇD Öz Motivasyon EÇD Sosyal Bilinç EÇD Sosyal Beceriler Sonuç
- Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zekâ - 4. Bölüm
Beş Duygusal Zeka Alanı - D uyguları Yönetmek (Öz Yönetim) Erken Çocukluk Döneminde Duygusal Zekâ Nuran Kansu & Eray Beceren Duyguları Yönetmek (Özyönetim) Duyguları lehte bir durum yaratacak şekilde yönetebilmektir. Kişinin sorunlar karşısında yeterli düzeyde öz kontrol, özgüven ve esneklik gösterebilmesidir. Acı çekmek, üzüntü, stres gibi durumlardan kolaylıkla sıyrılıp tekrar kendine gelebilme becerisidir. Çocuklar arasında karşılaşılan en yaygın duygusal sorun öfkenin kontrol edilmesidir. Jimmy’nin anne ve babası onun ne zaman öfkeyle patlayacağını, yüzünün kıpkırmızı olmasından, dişlerini ve yumruklarını sıkmasından anlıyorlar. Jimmy öfkelendiğinde kontrolünü kaybediyor, eline geçeni fırlatıp kırıyor, bağırıyor, tehdit ediyor ve o anda yanında kim varsa ona vurmaya başlıyor. Sakinleştikten sonra yaptıklarından dolayı kendisini suçlu hissediyor ve bir daha yapmayacağına dair söz veriyor, ama bir dahaki sefer öfkelendiğinde gene kontrolünü kaybediyor. Jimmy çok sık yaşıyor bu öfke duygusunu. Bazen anne ve babası ona istediği şeyi almadığında bazen de bir oyunda kaybettiğinde sinirleniyor. Jimmy’nin ailesi onun bu durumuna nasıl yardım edeceklerini ve öfkesiyle nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlar. (Cohen, 2000: 205) Clair ise duygularını içinde saklıyor. Gerçekten çok öfkelendiği zamanlar oluyor. İnsanların kendisine kötü davranmasına hiç sesini bile çıkartmıyor. Clair’in anne ve babası onu rahatsız eden bir şey var mı, yok mu hiç bilmiyorlar. Clair buna karşılık, mesela akşam yemeğinde sevmediği bir yemek olması yada arkadaşının ona telefon etmeyi unutmuş olması gibi hiç olmayacak küçük şeylere aşırı tepki verebiliyor ve ağlıyor. Clair’in babası da duygularını saklayan biri. Her zaman her şeyi içine atıyor ve zaman zaman hiç olmadık bir şekilde patlak verip bağırıp çağırmaya başlıyor. Clair’in annesi ise öfkesini çok nadir ifade eden ama buna karşın bir şeyler ters gittiğinde çok kolay üzüntü ve depresyona giren birisi. (Cohen, 2000: 206) Çocuklar olaylar karşısında duygularını davranış olarak gösterirken, çoğu zaman, bunları kelimelerle anlatmakta zorluk çekerler. Bunun önemli nedenlerinden biri duyguları tanımamaları ve onları anlatacak kelime dağarcıklarının olmamasıdır. Yaşadıkları olaylardan etkilenip doğal olarak gelişen duygularıyla hareket ederler. Bu bazen saldırı ve arkadaşa vurma, bazen sinirlenip kötü söz söyleme, bazen ağlama, utanma ya da kırgınlık gibi çok çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Öfke, eğer çok aşırı derecede yaşanır ve kontrolden çıkarsa ya da tam aksine bastırılır ve aşırı derecede kontrol altında tutulursa problem oluşur. Yukardaki örneklerde görüldüğü gibi Jimmy öfkesini kontrol edemezken, Clair öfkesini aşırı derecede kontrol altında tutmakta ve hiç dışarı vurmamaktadır. Eğer öfke uygun bir şekilde ifade edilemezse sağlıklı değildir, aile içinde gerilim ve stres yaratır. Öfkelerini sağlıklı bir şekilde ifade edemeyen çocukların derslerinde zorlandıkları, arkadaşlarıyla sık sık çatışmalara girdikleri ve fiziksel ve mental problemeler yaşadıkları görülür. Anne-baba ve öğretmenlerin, çocukları yargılamadan, küçümsemeden onların olaylar karşısında doğal olarak gelişen duygularını anlamalarına sabırla yardımcı olmalıdırlar. Çocukların bilmesi gereken, öfkenin diğer duygular kadar normal ve sağlıklı bir duygu olduğudur. Ancak öğrenmeleri gereken şey, öfke duygusu ile davranış arasındaki farktır. Öfke duymak normaldir ama kontrolden çıkarak saldırgan bir şekilde ifade etmek doğru değildir. Örneğin arkadaşı tarafından elinden oyuncağı alınan çocuğun sinirlenmesi doğaldır, ama oyuncağını geri almak için kızgınlıkla arkadaşına vurması doğru değildir. Bu durumda oyuncağını geri almak isteyen çocuğa yaşadığı duyguyu anlamasında ve nasıl davranması gerektiği konusunda yardımcı olunmalıdır. Ona, oyuncağının elinden alınmasıyla, kendisine yapılmış bu haksızlık karşısında sinirlenmesinin doğal olduğunu, ama arkadaşına vurmak yerine bunu kelimelerle arkadaşına anlatmasının doğru olduğunu ogretmek gerekir. Arkadaşına vurduğu için çocuğa büyükleri tarafından ceza verilmesi onun duyguları öğrenmesine ya da benzer bir olayı tekrar yaşadığında daha iyi davranmasında yardımcı olmayacaktır. Çocuk aldığı ceza ile yaşadığı öfke duygusu arasında bir bağ kuracak ve yaşadığı duygunun yanlış ve yaşanmaması gereken bir duygu olduğunu duşünecek ve aynı duyguyu her yaşayışında hata yaptığı düşüncesiyle suçluluk hissedecektir. Burada çocuğun yaşadığı duygu değil davranışı yanlıştır. Duyguları yüzünden suçluluk ve korku hisseden çocuk duygularının insanlarla olan ilişkilerini bozacağına inanır. Halbuki ilişkileri etkileyen duygular değil bu duyguların ifade ediliş şeklidir. O nedenle çocuğun duyguları ile davranışları hakkında konuşup, yaşadığı duyguların doğal olduğunu ama kötü davranışın doğru olmadığını mutlaka vurgulamak gerekir. Anne ve babaların çocuklarının hislerini anlamasına yardımcı olmaları gerekir: Hislerini anlatabilmeleri için gerekli kelime haznesini çocuklara kazandırmak. Eğer çocuklar hislerini anlatabilecekleri kelimeleri öğrenirlerse kendilerini daha kolay ifade edebilirler. Hislerle davranış arasındaki farkı anlatmak. Bu hislerin yapıcı bir şekilde nasıl kullanılabileceğini anlamaları ve öğrenmelerini sağlamak. Clair ve Jimmy örneğinde, çocukların bilmesi gereken şey öfke duygusunun kontrol edilememesinin hem kendilerine hem başkalarına zararı olduğudur. Hepimiz zaman zaman stresli durumlarla ve güçlü duygularla karşı karşıya kalırız. Söz konusu duygularla nasıl başa çıktığımız, etkinliğimizi direkt olarak etkiler. Hepimizin sahip olduğu ve hissettiği dürtüler vardır. Bazen, dürtülerimize verdiğimiz tepki tarzı günlük yaşantımızı olumsuz yönde etkileyerek, hedeflerimize ulaşmamıza engel olur. Özyönetim, stresle, dürtülerimizle ve günlük problemlerle nasıl başa çıktığımızla ilgilidir. Özyönetim sadece olumsuz duygularla başa çıkabilmek demek değildir. Aynı zamanda tutku gibi olumlu duyguları da idare edebilme becerisidir. Özyönetim, akıl ve duygular arasında her zaman için iyi bir denge yakalama meselesidir. Bunu da günlük yaşantımızdaki duygusal iniş ve çıkışları etkin bir şekilde göğüslememize, kavramamıza ve onlarla başa çıkmamamıza olanak sağlayacak yöntemler aracılığıyla gerçekleştiririz. (Møller, 2000:57) Kendini güvende ve emniyette hisseden bebekler öz kontrolü öğrenmeye başlar. Bebeğinize gösterdiğiniz dikkat ve özen ona bu dünyanın güvenli ve ilginç bir yer olduğunu öğretir. Bebeğinizin ihtiyaçlarına cevap vermek, sakin olmak ve onu severek bebeğin güvenli hissetmesini sağlayabilirsiniz. Sakin ve sevecen kalmak her zaman kolay değildir. Her ebeveynin kendini stresli, sinirli ve endişeli hissettiği zamanlar vardır. Fakat kızgınlığınızı bebeğe bağırarak, onun ihtiyaçlarını ihmal ederek gidermeye çalışırsanız çok korkacaktır. Bu olay birkaç sefer cereyan ederse bebeğe zarar vermeyebilir, fakat sıklıkla olursa gerçekten bebeğin beynine zarar verebilir. Stres ve korku, beyin hücrelerini yok eden cortisol adında bir kimyasal üretir. Ürkütücü tecrübeleri defalarca yaşayan bir çocuk okulda diğerleriyle ilişki kurmakta, dikkat etmekte, düşünmekte ve öğrenmekte zorluk çekecektir. Her çocuk sağlıklı gelişimi için sevgi ve güven duygularını hissetmeye ihtiyaç duyar. Sert /Stres ve Sevecen Kılavuzluk Çocuklar aynı zamanda kılavuzluk edilmeye ihtiyaç duyarlar. Onları seven yetişkinler uygun davranışları çocuklara öğrettiği takdirde öz kontrol geliştirirler. Bunu nasıl yapacağınıza dair atabileceğiniz bazı adımlar: Çocuğunuzun güvende olduğundan emin olun. Güvenli olmayan her türlü davranışı terk edin “Masaya tırmanmak yok. Seni incitebilir/yaralayabilir” Ona alternatif sunun. "Tırmanmak istiyorsan koltuğa tırmanabilirsin” Onun için model/örnek olun. Şunu aklınızdan çıkarmayın ki çocuklar yetişkinlerin iyi ve kötü davranışlarını taklit ederler. Açık (anlaşılır) limitler ve basit kurallar koyun. Çocuklar kendilerinden bekleneni bildiklerinde, kendilerini daha güvenli hissederler. “Hayır” kelimesini mümkün olduğu kadar az kullanın. Basit bir dille sebepleri açıklayın. Çocuğunuzun yapabileceği ilginç şeyler planlayın. Ne kadar sinirli yada hayal kırıklığına uğramış olursanız olun asla bebeğinizi sallamamalı/ sarsmamalısınız. Şiddetle sallamak bebeğin beynine sonsuza kadar zarar verdiği gibi ölümüne de yol açabilir. Kontrolünüzü kaybetmek ve sinirinizi çocuğunuzdan çıkarmak çocukta kalıcı izler bırakabilir. Bir aile üyesi, arkadaş veya sağlık profesyoneline danışarak kontrolünüzü yeniden kazanmaya çalışın. Bebeğinize Güveni öğretmek Bebeğinizin başkalarıyla olan ilişkisinde öğrendiği ilk ders güvenebileceği belirli insanların olmasıdır. Bebeğinizin (acıktığı zaman ağladığında onu beslemek, rahatsızlandığında altını değiştirmek ve sırtını sıvazlamak, yorgun ve mızmız olduğunda dinlenmesini ve uyumasın sağlamak gibi) fiziksel ihtiyaçları kadar duygusal ve sosyal ihtiyaçlarına da cevap vermek güven duygusunu oluşturacaktır. Hareket olanağı ve yaşam alanı son derece sınırlı olan bebeğin gördüğü ihtimam ve sevgi, ihtiyaçlarının duyarlılıkla karşılanması onun gelişimini olumlu yönde etkiler. İlk altı ay çocuğun kendi bedeninin ihtiyaçlarına duyarlı olduğu bir dönem olmakla birlikte, bu ihtiyaçları karşılamada ona yardımcı olan yetişkinlere de bağlılık geliştirdiği bir dönemdir. Bu bağlılık, aynı zamanda çocukta özellikle bu ilk yıllarda temelleri atılan güven duygusunun da kaynağını oluşturur. Eğer çocuk doğumunu izleyen ilk hafta ve aylarda tercihen anne, ama onun yokluğunda yerini alabilecek başka bir yetişkinle olumlu bir ilişki geliştiremezse, daha sonra toplumda diğer insanlarla rahatça ilişki kurabilen, güven dolu ve güvenilir bir yetişkin olabilmekte de zorlanır. Altı aylık bebek, ailenin, çevresinden ilgi bekleyen, ama kendisi de çevresine ilgi gösteren bir üyesidir. Sosyal yönden artık tanıdığı ve tanımadığı insanları ayırır. Tanıdıklarına olumlu tepkiler verirken, tanımadıklarına ağlama tepkisi verir. Özellikle annenin yüzündeki mutlu ve mutsuz ifadelere uygun tepkilerde bulunur. Bu ilk hareketlerini güvenli bir ortamda, rahatça gerçekleştiren çocukların meraklarının daha kolayca karşılandığı, bunun da onların zihinsel, sosyal ve hatta duygusal gelişimlerine katkısının olumlu olduğu unutulmamalıdır. Duygusal yönden oldukça mutlu olan bir yaş çocuğu artık yabancılardan da eskisi kadar kuşkulanmaz. Oynamak isteyen her yetişkine kolayca yaklaşır. (Oktay Ayla 2002: 111) Güvenen bebek, keşfedebilir ve öğrenebilir çünkü dönebileceği güvenli bir liman vardır- siz! Yeni doğmuş bebeğinizi şımartamazsınız. Bazı insanlar, bebek ağlar ağlamaz tepki verip ilgilenirlerse bebeğin şımaracağını düşünür. Telaşlanacak bir şey yoktur, küçük bir bebeğe çok dikkat göstererek onu şımartamazsınız. Bebeğinizin ihtiyaçlarını zamanında karşılamanız, bebeğin size karşı güven duygusunu geliştirmesini sağlar. Bu şekilde sosyal bağlılık gelişir, büyür ve bu bağın gelişebilmesi için ilk yıl çok önemlidir. Kaynaklar: Cohen Cathi (2000) Raise Your Child’s Social IQ. Silver Spring, MD. Advantage Books Faber Adele, Mazlish Elaine (1982) How To Talk So Kids Will Listen and Listen So Kids Will talk. New York, NY: Avon Books Goleman Daniel (2000). Duygusal Zeka Neden IQ'dan daha önemlidir. İstanbul : Varlık Yayınları A.Ş. Gottman John Mordechai, Declaire Joan, Goleman Daniel P. (1997). The Heart of Parenting: How to Raise an Emotionally Intelligent Child. London : Simon & Schuster Jensen Eric (1998). Teaching with the Brain in Mind. Alexandria, VA: Association for Supervision & Curriculum Development. Møller Claus (2000). Hearthwork . Hillerød Time Manager International A/S Oktay Ayla (2000). Yaşamın Sihirli Yılları: Okul Öncesi Dönem. İstanbul : Epsilon Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Pruett Kyle D. (1999) Me, Myself and I – How Children Build Their Sense of self. New York, NY. Goddard Press. Shapiro Lawrence E. (2000). Yüksek EQ'lu Bir Çocuk Yetiştirmek. İstanbul : Varlık Yayınları A.Ş. Starting Points.(1994) Carnegie Task Force on Meeting the needs of young children. New York, NY: Carnegie Corporaion. Windell James. (1999) 6 steps to emotional intelligence teeneger. New York, NY: John Wiley& Sons,Inc Yavuzer Haluk (1987) Doğum Öncesinden Ergenlik Sonuna Çocuk Psikolojisi. İstanbul : Remzi Kitabevi A.Ş. Erken Çocukluk Döneminde (EÇD) Duygusal Zekâ Giriş EÇD Çocuklarda Duygusal Gelişim EÇD Duyguları Tanımak (Öz Bilinç) EÇD Duyguları Yönetmek (Öz Yönetim) EÇD Öz Motivasyon EÇD Sosyal Bilinç EÇD Sosyal Beceriler Sonuç


















