
Arama Sonuçları
Boş arama ile 751 sonuç bulundu
- Öz Disiplin ve Duygusal Zekâ
Photo by Ono Kosuki on Pexels.com 1960 yıllarında Stanford Üniversitesi tarafından yapılan bilimsel bir çalışmada 4 yaşındaki çocuklara bir araştırmacı tarafından lokum benzeri şekerler (marshmallow) sunulmuş, ancak bir süre beklerlerse -sadece bekleyebilen çocuklara- bu şekerlerden iki tane verileceği söylenmiştir. Çalışmanın sonucu 15-20 dakika kadar bekleyebilen çocukların öz disiplin yetkinlik ve becerilerinin yüksek olduğunu gösterecektir. Bu çalışmaya katılan çocukların ancak 1/3 ü bekleyebilmiş ve ikinci şekeri almaya hak kazanabilmişlerdir. Çalışmanın ikinci aşamasında her iki grupta yer alan çocuklar liseden mezun olduklarında tekrar izlenmiş ve ortaya önemli farkların çıktığı görülmüştür. Sonuçlara göre, bekleyen çocukların daha olumlu, iç motivasyonu daha yüksek, daha amaca yönelik ve kararlı davranışlar sergiledikleri saptanırken, beklemeyenlerin sorunlu, inatçı, kararsız, özgüveni zayıf, güven vermeyen kişiler oldukları ve halen hazzı erteleme becerisini geliştiremedikleri saptanmıştır. Beklemeyen çocuklar ayrıca Amerika’da ÖSS benzeri olarak uygulanan SAT sınavlarında önemli bir farkla daha az başarılı olmuşlar, evlilik, meslek seçimi, gelir düzeyi ve sağlık gibi hayati önem taşıyan konularda başarısız olmaya devam etmişlerdir. İnsanları birbirlerinden farklı kılan en önemli özellik, yani -bazıları sıradanlık batağına saplanırken, diğerlerinin koyduğu her hedefe ulaşmasını sağlayan anahtar- yetenek, okulda verilen eğitim, ya da salt zeka değil, öz disiplindir. Öz disiplinle her şey mümkündür. Eğer öz disiplin yoksa en basit hedef bile imkansız bir hayal gibi görünür. Theodore ROOSEVELT SİZİN DE Mİ ÖZ DİSİPLİN SORUNUNUZ VAR? Yoksa siz de kilo vermek istediğiniz halde yemek yemekten vazgeçemiyor, spor yapmanın gerekliliğini ve önemini bildiğiniz halde yarına erteliyor yahut televizyonda bir filme dalıyor, ya da sigarayı bırakmayı düşünmenize rağmen “bir tane daha yakayım ne olacak ki?” mi diyorsunuz? Hatta bazen söylediğiniz bir laftan, girdiğiniz bir ortamdan da pişmanlık duyduğunuz oluyor. “Niye yaptım ki şimdi ben bunu, hani söz vermiştim kendime” diyor, sonra da için için mutsuzluk hissine kapılıyorsunuz… Diyebiliriz ki bir tür öz disiplin sorunu yaşamaktasınız. ÖZ DİSİPLİN VE DUYGUSAL ZEKA Öz disiplin bize gereksiz ve zararlı dürtülerle baş edebilme iradesini ve becerisini kazandırır. Bu bakımdan öz disiplin Duygusal Zeka tanımının içinde yer alan “duygusal öz denetim” yetkinliğinin de önemli bir boyutunu oluşturur. Zira, duygusal öz denetim “rahatsız edici duygu ve dürtüleri denetim altında tutmak” (Goleman, 2002, s. 49) anlamında kullanılmaktadır. Goleman’ın bu tanımda bahsettiği “denetim” çeşitli duyguların kölesi olmaktansa hayatı özenle ve akıllıca yaşamak, duyguları bastırmak değil dengede tutmak, yani koşullarla orantılı biçimde hissedebilmektir. Yine Goleman’a göre bize sıkıntı veren duygulara hakim olabilmek duygusal sağlığımızın anahtarıdır; aşırılık-fazla yoğun ya da uzun süreli duygular- dengemizi bozar (Goleman, 1996, s. 77). Bu bağlamda öz disiplin kendimizi kötü hissetmemizi sağlayan davranışlarımızı denetleyebilmemizi ve hayattaki önceliklerimizi belirleyerek hedeflerimize daha iyi odaklanmamızı sağlar. ÖZ DİSİPLİNİN COŞKUSU Öz disiplini ceza olarak algılamamak gerekir. Çünkü öz disiplin bir anlamda aklın, duyguların ve vücudun gerçek sahibi olmak demektir. Aslında gerçek özgürlük bu değil midir? Zira, değeri olan her şeyi başarmak disiplin ister. İstediğimiz bir şeyi başardığımızda ise çok büyük mutluluk duyarız. Bu duygu bizi daha iyi şeyler yapmaya sevk eder ve yaşam enerjimizi yükselterek bizleri daha dinamik, özgüvenli ve inançlı kılar. Kendimizi gerçekten çok iyi hissederiz. Çeşitli araştırmalardan varılan sonuçlar başarılı insanların daha sağlıklı olduklarını ve daha uzun yaşayabildiklerini göstermektedir. ÖZ DİSİPLİN NASIL KAZANILIR? Öz disiplin kazanmak için öncelikle kendi modelimizi çıkarmamız gerekir. Bu sebeple, nasıl olmak istediğimizi belirleyip, belirlediğimiz bu modele uygun davranmayı ve düşünmeyi seçmeliyiz. Öz disiplin konusunda atılacak en önemli adım haz duygusunu erteleyebilmeyi öğrenmektir. Hazzı erteleyebilmek gerçekten istediğimiz şey uğruna bekleyebilmeyi, ilgili konuda gerçekten kararlı olmayı ve sabır edebilmeyi gerektirir. Eğer bu savaşı vermezsek, vazgeçersek ya da ertelersek, doyurulmayan bu istek tekrar tekrar canlanacak ve bizi rahatsız edecektir. Bu konuda bize düşen, önceliklerimizi belirlemek ve kişisel hedeflerimizle ilgili bir vizyon yaratmaktır. Sonrasında iç gözümüz sürekli vizyonumuzun üstünde olmalı ve asla istenilenden daha azına razı olunmamalıdır. Kendimizi olumlu yönde değiştirebilmek elimizde ve bu konuda geçmişte yaşanılanların hiçbir önemi yok!!! Yani değişmek için geçmişi silmeye çalışmak ya da yarını beklemek gerekmiyor…J ÖNERİLER: ÖZ DİSİPLİNİN NÖROPSİKOLOJİSİ; BİR MOTİVASYON MODELİ Araştırmacı Steve DeVore geliştirdiği motivasyon modelinde öz diplinin ve iç motivasyonun gücünü hayata katmamızı sağlayacak yedi aşamalı bir süreçten geçmemizi öneriyor. Bu sürecin gerektirdiği aşamalar sırasıyla; Hedef Belirleme: Tam olarak ne istediğinizi açık bir şekilde belirleyin. Böyle yapmak sizin bu uğurda çaba gösterme isteğinize temel olacaktır. Daha sonraları, konuyla ilgili duygu ve dürtüleriniz arttıkça, bu kıvılcım büyüyecek, tutkulu bir ateşe dönüşecektir. Modelleme: Örnek alabileceğiniz kişiler bulun. Hedeflerinize ulaşabileceğinize olan inancınızı pekiştirebilmek için benzer hedeflere ulaşabilmeyi başarmış başka insanların da olduğunu bilmek sizin için önemli olacaktır. Bu kişilerin uyguladığı yöntemler, takip ettiği yollar size ilham verebilir. Duyusal Vizyon Geliştirme: Hedefinize ulaşmış olduğunuzu ve bu durumun size kazandırdığı avantajları hayal edin. Görüntü canlı olsun, öyle ki bu görüntüyü hissedebildiğinizi, koklayabildiğinizi, duyabildiğinizi ve hatta dokunabildiğinizi varsayın. “Yapabileceğimi düşünüyorum” yerine “yapabileceğimi biliyorum” cümlesini kullanmayı deneyin. Eyleme Teşvik Eden Duygular: Canlandırdığınız görüntünün atomik bir doğası vardır ki, bu sayede vücudunuzu bir başarma tutkusu kaplayacaktır. Bu tutkuyla artık bundan sonraki eylem aşamalarını gerçekleştirebilecek motivasyona sahipsiniz. Planlama: Hedefinize ulaşabilmek için tam olarak nelere ihtiyacınız olduğunu ve bunun ne kadar zamanınızı alabileceğini belirleyin. Bu aşama tutkunuzun yakıtı olacak ve canlandırdığınız görüntünün elle tutulur bir plana dönüşmesine sebep olacaktır. Bilgi ve Beceri: Hedefe ulaşmak için bir plan hazırladığınızda, bu planı uygulamak için gerekli olan bilgi ve becerileri de edinmeniz gerekir. Öncelikle, bu konuda gereken her şeyi öğrenebileceğinizle ilgili özgüveninizi geliştirmelisiniz. Daha sonraları, kazandığınız her beceriyle birlikte başaracağınıza dair olan inancınız artacak ve hedefinize daha yakın hissedeceksiniz. Zorluklarla Savaşmak Konusunda Göstereceğiniz Azim ve Dayanıklılık : Azimli olmak vizyonundan vazgeçmemeyi, ne kadar sürerse sürsün ve zor olursa olsun hedefe varılacağını düşünmeyi gerektirir. Zorluklarla baş etmek konusundaki dayanıklılık ise yenilgilere, güçlüklere, fiziksel ve duygusal acılara rağmen başarma azmini gösterebilmektir. SÖZÜN ÖZÜ Hayatınızda öyle günler vardır ki sabah uyandığınızda bir bakarsınız hiçbir şey olmasını umduğunuz gibi gerçekleşmiyor… İşte o zamanlarda her şeyin daha iyi olacağını kendinize söylemeniz gerekir. İnsanların sizi hayal kırıklığına uğrattığı ve moralinizi bozduğu zamanlar da olabilir. Fakat, bu zamanlarda da kendi fikirlerinize ve değerlendirmelerinize güvenmeniz gerektiğini hatırlamalı, kendinize inanmaya devam etmeli ve hayata odaklanmalısınız. Belki karşınıza katlanmanız gereken güçlükler çıkacak ve hayatınızda bir takım şeyleri değiştirmek zorunda kalacaksınız. Bunları kabul edip etmemek size kalmış… Kendinizi sürekli olarak sizin için doğru olduğunu hissettiğiniz yöne çevirin. Bu bazen kolay olmayacaktır. Ama zor durumları aşabildiğinizde kendinizi eskisinden çok daha güçlü hissedeceksiniz. İşte bu yüzden, korkularla, beklenmeyen sorumluluklarla dolu günler kapınızı çaldığında kendinize inanmanın önemini ve istediğiniz hayatı gerçekleştirmenin ne kadar anlamlı olduğunu hatırlayın. Çünkü bütün değişiklikler ve zorluklar sizin kendiniz için gerçekten önemli olan hedefleri sorgulayabilmeniz ve önceliklerinizi belirleyebilmeniz için vardır. (Yazar ve kaynak bilinmiyor, İngilizce’den uyarlanarak çevrilmiştir, Çev. Seden Tuyan) KAYNAKLAR Goleman, D., Boyatzis, R., McKee, A. (2003). Yeni Liderler; Çeviri; F. Nayır & O. Deniztekin, Varlık Yayınları: İstanbul. Goleman, D. (1996). Duygusal Zekâ Neden IQ’dan önemlidir? Personal Excellence EKİM 2004 sayısında yayımlanmıştır. Dr. Seden Tuyan & Eray Beceren #özbilinç #özyönetim
- Duygularımız ve Biz
Photo by Pixabay on Pexels.com Günümüzde en başarılı ilköğretim okulu, lise giriş sınavında en yüksek başarıyı tutturan ilköğretim okulu ve en başarılı lise, üniversite giriş sınavında en yüksek başarıyı tutturan lise olarak görülmeye devam etmektedir. Eğitim sisteminde süregelen bazı aksamalar, ne yazık ki, günümüzün, “başarılı okul” tanımını öğrencilerin lise ve üniversite giriş sınavlarındaki başarılarıyla kısıtlamıştır. Oysa ki, bu alanda yapılan araştırmalar, okulda alınan iyi notların hayat başarısını garantilemediği gerçeğini tekrar tekrar ortaya koymakta ve salt zekanın (IQ) günlük hayattaki başarıya katkısının %10’dan fazla olmadığını göstermektedir. Bu bakımdan, eşit IQ düzeyine sahip iki kişiden biri hayatta ilerleme kaydetmişken, diğerinin neden aynı başarı düzeyini yakalayamadığını anlayabilmek için bu kişilerin Duygusal Zeka (EQ) yeterliklerinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Çünkü, genel olarak Duygusal Zeka (EQ), sahip olduğumuz her türlü bilgi ve beceriyi (bilişsel, sosyal, duygusal, vb.) hem kendi hayatımızda, hem de çevremizdeki insanlarla olan ilişkilerimizde ne kadar etkin kullanabildiğimizle ilgilidir. Dahası, IQ seviyesiyle bağdaştırılan sözel ve sayısal bilgileri öğrenme becerilerinde olduğu gibi, EQ başlığı altında yer alan duygusal ve sosyal beceriler de öğrenilerek kazanılabilir ve geliştirilebilir. Dolayısıyla, inanıyoruz ki, asıl hedef olan hayat başarısına ulaşabilmek için, öncelikle okullarımızdaki “başarı” tanımının yeniden gözden geçirilmesi ve bu tanımdaki boşluğun EQ bilgileri ışığında doldurulması gerekmektedir. Duygusal ve sosyal becerilerini iyi kullanabilen kişiler – yani, kendini ve duygularını iyi bilen, onları kontrol ederek yönetebilen, başkalarının duygularını anlayan ve onlarla ilişkilerini ustalıkla idare edebilenler – hayatlarının hem özel hem de mesleki alanlarında daha avantajlı bir konuma geçerler. Duygusal Zekanın iki boyutu vardır. Birincisi Duygusal, İkincisi Sosyal boyut. Duygusal Boyut, kişinin kendisini tanıması (özbilinç) ve Duygularını yönetmesi (özyönetim) ile ilgilidir. Sosyal Boyut ise empati ve ilişkileri yönetmeyi kapsar. Bunların arasında bir sıra vardır ve duygusal boyut gelişmeden sosyal boyut gelişemez. Tıpkı bir Türk Atasözünde söylendiği gibi; “Kendisinin ne hissettiğinden habersiz insan, başkasının da ne hissettiğini bilemez, anlayamaz.” Bu yazının konusu duygularımız ve onları yönetme ile ilgili… ÖZ BİLİNÇ: İnsanın kendini ve duygularını tanıması birçok kaynakta “öz bilinç” kavramı ile ifade edilmektedir. Öz bilinç, kişinin güçlü ve gelişmeye açık yönlerini bilmesi, duygularını tanıması, bu farkındalıklarını düşünce ve davranışlarına rehber olacak şekilde kullanması ve kendini ifade edebilmesidir. Duygusal özbilinci yüksek kişiler, duygularının kendilerini ve günlük performanslarını nasıl etkilediğini bilirler, yol gösterici değerlerine bağlı kalır ve karmaşık bir durumda resmin bütününü görerek en iyi hareket şeklini tahmin edebilmenin yanı sıra, duygularıyla ve kendilerine yol gösteren vizyonlarıyla ilgili açık ve inançlı bir ifadeyle konuşurlar. Dahası, bu kişiler genellikle zayıf ve güçlü yönlerini bilen, geliştirmeleri gereken yönlerinin kolayca farkına varan ve bu konuda yapıcı eleştiri ve geribildirime açık bir tutum içerisindedirler. Kişinin yetenekleri konusunda doğru bilgiye sahip olması, güçlü yönlerine güvenmesini sağlar. Yüksek özgüvene sahip kişiler, zor bir görevi rahatlıkla üstlenebilirler. Bu kişiler genellikle kendilerinden emin oldukları ve varlıklarını herkese hissettirdikleri için, içinde bulundukları grup içerisinde rahatlıkla öne çıkarlar. John Mayer(Goleman, 1996:67), kişilerin duygularını birbirlerinden farklı bakış açılarıyla ele alıp, duygularıyla farklı biçimlerde başa çıktıklarını gözlemlemiştir. Bunlar; Kendini kaptırmış. Bunlar, genelde duygularına kapılıp giden ve bu durumdan kendilerini kurtaramayan, adeta duyguların hükmü altında yaşayan kişilerdir. Ali’nin anne ve babası onun ne zaman öfkeyle patlayacağını, yüzünün kıpkırmızı olmasından, dişlerini ve yumruklarını sıkmasından anlıyorlar. Ali öfkelendiğinde kontrolünü kaybediyor, eline geçeni fırlatıp kırıyor, bağırıyor, tehdit ediyor ve o anda yanında kim varsa ona vurmaya başlıyor. Sakinleştikten sonra yaptıklarından dolayı kendisini suçlu hissediyor ve bir daha yapmayacağına dair söz veriyor, ama bir dahaki sefer öfkelendiğinde gene kontrolünü kaybediyor. Ali çok sık yaşıyor bu öfke duygusunu. Bazen anne ve babası ona istediği şeyi almadığında bazen de bir oyunda kaybettiğinde sinirleniyor. Ali’nin ailesi, arkadaşları ve öğretmenleri onun bu durumuna nasıl yardım edeceklerini ve öfkesiyle nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlar. Kabullenmiş. Bu kişiler genelde ne hissettiklerini bilseler de, bu durumlarını kabul eder ve değiştirmeyi denemezler. Ceren ise duygularını içinde saklıyor. Gerçekten çok öfkelendiği zamanlar oluyor. İnsanların kendisine kötü davranmasına hiç sesini bile çıkartmıyor. Ceren’in anne ve babası onu rahatsız eden bir şey var mı, yok mu hiç bilmiyorlar. Ceren buna karşılık, mesela akşam yemeğinde sevmediği bir yemek olması yada arkadaşının ona telefon etmeyi unutmuş olması gibi hiç olmayacak küçük şeylere aşırı tepki verebiliyor ve ağlıyor. Ceren’in babası da duygularını saklayan biri. Her zaman her şeyi içine atıyor ve zaman zaman hiç olmadık bir şekilde patlak verip bağırıp çağırmaya başlıyor. Ceren’in annesi ise öfkesini çok nadir ifade eden ama buna karşın bir şeyler ters gittiğinde çok kolay üzüntü ve depresyona giren birisi. Öz bilinçli. Ruh hallerinin farkında olan bu kişiler, duygusal hayatları hakkında belli bir anlayışa sahiptir. Duygularının bilincinde olmaları, diğer bazı kişilik özelliklerini destekleyebilir. ÖZ YÖNETİM: “Öz yönetim” kavramı bir çok kaynakta “Duyguları Yönetme” olarak da ifade edilmektedir. Özyönetim, kişinin duygularını kendine ve çevresindekilere zarar vermeden lehte bir durum yaratacak şekilde yönetebilmesidir. Kişinin sorunlar karşısında yeterli düzeyde öz kontrol, özgüven ve esneklik gösterebilmesi de özyönetim tanımının içinde yer alır. Bununla birlikte, duyguları yönetmek, duyguları bastırmak ile karıştırılmamalıdır. Bu konuda, Stanford Üniversitesi’nde yapılan önemli bir araştırma özyönetim beceri ve yeterliklerinin kişilerin hayatında ne kadar önemli olabileceğini ortaya koymaktadır. Araştırma kapsamında 4 yaşındaki çocuklara lokum benzeri bir tatlı sunulmuş ve isterlerse bunun hemen yiyebilecekleri, ancak bir süre beklerlerse gelecek olan liderin kendilerine bu tatlılardan iki tane verecekleri söylenmiştir. Tatlısını hemen yiyen çocuklarla, bekleyen çocuklar 14 yıl sonra tekrar izlendiğinde ortaya önemli farkların çıktığı görülmüştür. Bekleyen çocukların üniversite sınavları aşamasında duygusal açıdan çok daha dengeli ve tutarlı oldukları, stresli durumlarla daha iyi başa çıktıkları, arkadaşları arasında daha çok ilgi gören ve aranan gençler oldukları, iç motivasyonlarının daha yüksek olduğu ve daha çok amaca yönelik davranışlar gösterdikleri saptanmıştır. Ancak araştırmanın en ilginç bulgusu bu gençlerin en yüksek puanın 1600 olduğu SAT sınavlarında (Türkiye’deki ÖSS), beklemeden yiyenlere kıyasla ortalama 210 puanlık bir üstünlük sağlamaları olmuştur. Bu fark en yüksek ve düşük sosyo-ekonomik ailelerin çocukları arasında veya ilkokul mezunu ailelerle, üniversite mezunu ailelerin çocukları arasındaki farktan daha yüksek bir farktır. Duygularını denetleyebilen kişiler rahatsız edici duygu ve dürtülerine hâkim olmanın, hatta onları yararlı bir biçimde kanalize etmenin yollarını bulurlar. Kişinin yüksek stres altında ya da bir kriz döneminde sakin kalması ve açık bir zihinle düşünebilmesi -ya da zorlu bir durumla karşılaştığında bile soğukkanlılığını koruması- bir özdenetim göstergesidir. Aristonun dediği gibi “Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir. Duygularını yönetebilen kişiler, saydam, uyumlu, iyimser, kendilerini motive edebilen ve inisiyatif kullanabilen kişilerdir. Örneğin, saydam kişiler, değerlerini hayata geçirirler. Kişinin duyguları, inançları ve eylemleri konusunda başkalarına karşı açık olması dürüstlük yaratır. Bu tür kişiler hata ya da kusurları açıkça kabul eder ve başkalarının ahlaka aykırı davranışlarına göz yummak yerine uygun şekilde karşı çıkarlar. Bireyin duygu düşünce ve davranışlarını değişen koşullara uydurabilmesi, aynı zamanda mücadele ve değişim gerektiren durumlarda esnek davranabilmesidir. Uyumlu kişiler, odak ya da enerjilerini yitirmeden çok sayıda talebin üstesinden gelebilir ve toplum yaşamının kaçınılmaz belirsizliklerinden rahatsız olmazlar. Başarma dürtüsü, anlamlı, zengin ve dolu dolu bir hayat yolunda verilen uğraşlarla kendisini gösterir. Uzun vadeli hedeflere yaşam boyu süren bir gayret ve şevkle bağlılık sağlayacak türden ilgi alanları ve zevkli uğraşlar yaratmaktır. Kişinin ilgi alanlarına karşı duyduğu heyecan ve tutku, bu ilginin sürdürülebilmesi için gereken enerji ve motivasyonu sağlar. Başarma dürtüsü, kişinin, beceri, yeti ve yeteneklerini azami ölçüde geliştirebilmek için uğraş verdiği kesintisiz ve dinamik bir süreçtir. Bu faktör, kişinin ısrarcı bir şekilde elinden gelenin en iyisini yapma gayreti ve genel anlamda kendini geliştirmeye çalışması ile bağlantılıdır. Bunun sonucunda ise kişisel tatmin duygusu yaşanır. İstenen sonucu verme yeteneklerine -kendi kaderlerine hükmetmek için gereken şeylere- sahip olduklarını hisseden kişilerin girişimciliği mükemmeldir. Beklemek yerine, fırsatları yakalar ya da yaratırlar. İnisiyatif sahibi bir kişi, geleceğe yönelik daha iyi olasılıklar yaratabilmek için, gerektiğinde kokuşmuş katı alışkanlıkları delip geçmekte, hatta kuralları esnetmekte duraksamaz. İyimserlik, bireyin hayata olumlu yönünden bakabilmesi ve sorunlar karşısında bile olumlu bir tutum sergilemeyi sürdürebilmesidir. İyimserlik, bireyin yaşantısına belirli bir ölçüde umut katar. İyimserlik, depresyonun yaygın semptomlarından olan kötümserliğin karşıtıdır. Kişinin iyimserlik düzeyiyle sorunlarla başa çıkabilme yeteneği arasında güçlü bir bağlantı vardır. İyimserlik, özmotivasyon üzerinde önemli bir rol oynar; hedeflere ulaşmakta ve stresle başa çıkmakta da çok önemli bir faktördür. İyimserler de kötümserler gibi aynı hayat tecrübelerinden geçerler, aradaki fark iyimserlerin daha başarılı bir şekilde bu olayların üstesinden gelmesi ve hatalarından ders alarak, yenilgi sonrasında kendilerini daha çabuk toparlamalarıdır. Kötümserler genellikle daha kolay pes ederler. Duygularımız yaşamımız boyunca biz nereye gidersek gidelim bizimle beraber olacak, aldığımız kararlar, söylediğimiz sözler ve yaptığımız hareketlerde hep onların etkileri olacaktır. Duygularımızın, değerlerimizin, güçlü ve zayıf taraflarımızın farkında olmak, bu farkındalık doğrultusunda duygularımızı yönetme becerilerimizi geliştirmek ve bunları kullanmak, yaşamımız boyunca bizler için önemli bir avantaj olacaktır. Sonuç olarak, bu nitelikleri benimseyen ve belirlediği hedeflerden vazgeçmeyen bir kişi için ise “başarı” kaçınılmazdır. KAYNAKLAR: Goleman, Daniel, Duygusal Zeka Neden IQ’dan Daha Önemlidir?, Varlık Yayınları: İstanbul, 1996. Goleman, Daniel, İşbaşında Duygusal Zeka, Varlık Yayınları: İstanbul, 1998. Goleman, Daniel, Boyatzis, Richard, McKee, Annie, Yeni Liderler, Varlık Yayınları: İstanbul, 2003. Møller, Claus, Hearthwork, TMI: Hillerød, 2000 UĞUR KARİYER DERGİSİ, KASIM 2004 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR. Dr. Seden TUYAN & Eray BECEREN #ÖzBilinç #ÖzYönetim
- Duygularımız ve Biz
Photo by Pixabay on Pexels.com Günümüzde en başarılı ilköğretim okulu, lise giriş sınavında en yüksek başarıyı tutturan ilköğretim okulu ve en başarılı lise, üniversite giriş sınavında en yüksek başarıyı tutturan lise olarak görülmeye devam etmektedir. Eğitim sisteminde süregelen bazı aksamalar, ne yazık ki, günümüzün, “başarılı okul” tanımını öğrencilerin lise ve üniversite giriş sınavlarındaki başarılarıyla kısıtlamıştır. Oysa ki, bu alanda yapılan araştırmalar, okulda alınan iyi notların hayat başarısını garantilemediği gerçeğini tekrar tekrar ortaya koymakta ve salt zekanın (IQ) günlük hayattaki başarıya katkısının %10’dan fazla olmadığını göstermektedir. Bu bakımdan, eşit IQ düzeyine sahip iki kişiden biri hayatta ilerleme kaydetmişken, diğerinin neden aynı başarı düzeyini yakalayamadığını anlayabilmek için bu kişilerin Duygusal Zeka (EQ) yeterliklerinin de göz önünde bulundurulması gerekir. Çünkü, genel olarak Duygusal Zeka (EQ), sahip olduğumuz her türlü bilgi ve beceriyi (bilişsel, sosyal, duygusal, vb.) hem kendi hayatımızda, hem de çevremizdeki insanlarla olan ilişkilerimizde ne kadar etkin kullanabildiğimizle ilgilidir. Dahası, IQ seviyesiyle bağdaştırılan sözel ve sayısal bilgileri öğrenme becerilerinde olduğu gibi, EQ başlığı altında yer alan duygusal ve sosyal beceriler de öğrenilerek kazanılabilir ve geliştirilebilir. Dolayısıyla, inanıyoruz ki, asıl hedef olan hayat başarısına ulaşabilmek için, öncelikle okullarımızdaki “başarı” tanımının yeniden gözden geçirilmesi ve bu tanımdaki boşluğun EQ bilgileri ışığında doldurulması gerekmektedir. Duygusal ve sosyal becerilerini iyi kullanabilen kişiler – yani, kendini ve duygularını iyi bilen, onları kontrol ederek yönetebilen, başkalarının duygularını anlayan ve onlarla ilişkilerini ustalıkla idare edebilenler – hayatlarının hem özel hem de mesleki alanlarında daha avantajlı bir konuma geçerler. Duygusal Zekanın iki boyutu vardır. Birincisi Duygusal, İkincisi Sosyal boyut. Duygusal Boyut, kişinin kendisini tanıması (özbilinç) ve Duygularını yönetmesi (özyönetim) ile ilgilidir. Sosyal Boyut ise empati ve ilişkileri yönetmeyi kapsar. Bunların arasında bir sıra vardır ve duygusal boyut gelişmeden sosyal boyut gelişemez. Tıpkı bir Türk Atasözünde söylendiği gibi; “Kendisinin ne hissettiğinden habersiz insan, başkasının da ne hissettiğini bilemez, anlayamaz.” Bu yazının konusu duygularımız ve onları yönetme ile ilgili… ÖZ BİLİNÇ: İnsanın kendini ve duygularını tanıması birçok kaynakta “öz bilinç” kavramı ile ifade edilmektedir. Öz bilinç, kişinin güçlü ve gelişmeye açık yönlerini bilmesi, duygularını tanıması, bu farkındalıklarını düşünce ve davranışlarına rehber olacak şekilde kullanması ve kendini ifade edebilmesidir. Duygusal özbilinci yüksek kişiler, duygularının kendilerini ve günlük performanslarını nasıl etkilediğini bilirler, yol gösterici değerlerine bağlı kalır ve karmaşık bir durumda resmin bütününü görerek en iyi hareket şeklini tahmin edebilmenin yanı sıra, duygularıyla ve kendilerine yol gösteren vizyonlarıyla ilgili açık ve inançlı bir ifadeyle konuşurlar. Dahası, bu kişiler genellikle zayıf ve güçlü yönlerini bilen, geliştirmeleri gereken yönlerinin kolayca farkına varan ve bu konuda yapıcı eleştiri ve geribildirime açık bir tutum içerisindedirler. Kişinin yetenekleri konusunda doğru bilgiye sahip olması, güçlü yönlerine güvenmesini sağlar. Yüksek özgüvene sahip kişiler, zor bir görevi rahatlıkla üstlenebilirler. Bu kişiler genellikle kendilerinden emin oldukları ve varlıklarını herkese hissettirdikleri için, içinde bulundukları grup içerisinde rahatlıkla öne çıkarlar. John Mayer(Goleman, 1996:67), kişilerin duygularını birbirlerinden farklı bakış açılarıyla ele alıp, duygularıyla farklı biçimlerde başa çıktıklarını gözlemlemiştir. Bunlar; Kendini kaptırmış. Bunlar, genelde duygularına kapılıp giden ve bu durumdan kendilerini kurtaramayan, adeta duyguların hükmü altında yaşayan kişilerdir. Ali’nin anne ve babası onun ne zaman öfkeyle patlayacağını, yüzünün kıpkırmızı olmasından, dişlerini ve yumruklarını sıkmasından anlıyorlar. Ali öfkelendiğinde kontrolünü kaybediyor, eline geçeni fırlatıp kırıyor, bağırıyor, tehdit ediyor ve o anda yanında kim varsa ona vurmaya başlıyor. Sakinleştikten sonra yaptıklarından dolayı kendisini suçlu hissediyor ve bir daha yapmayacağına dair söz veriyor, ama bir dahaki sefer öfkelendiğinde gene kontrolünü kaybediyor. Ali çok sık yaşıyor bu öfke duygusunu. Bazen anne ve babası ona istediği şeyi almadığında bazen de bir oyunda kaybettiğinde sinirleniyor. Ali’nin ailesi, arkadaşları ve öğretmenleri onun bu durumuna nasıl yardım edeceklerini ve öfkesiyle nasıl başa çıkacaklarını bilemiyorlar. Kabullenmiş. Bu kişiler genelde ne hissettiklerini bilseler de, bu durumlarını kabul eder ve değiştirmeyi denemezler. Ceren ise duygularını içinde saklıyor. Gerçekten çok öfkelendiği zamanlar oluyor. İnsanların kendisine kötü davranmasına hiç sesini bile çıkartmıyor. Ceren’in anne ve babası onu rahatsız eden bir şey var mı, yok mu hiç bilmiyorlar. Ceren buna karşılık, mesela akşam yemeğinde sevmediği bir yemek olması yada arkadaşının ona telefon etmeyi unutmuş olması gibi hiç olmayacak küçük şeylere aşırı tepki verebiliyor ve ağlıyor. Ceren’in babası da duygularını saklayan biri. Her zaman her şeyi içine atıyor ve zaman zaman hiç olmadık bir şekilde patlak verip bağırıp çağırmaya başlıyor. Ceren’in annesi ise öfkesini çok nadir ifade eden ama buna karşın bir şeyler ters gittiğinde çok kolay üzüntü ve depresyona giren birisi. Öz bilinçli. Ruh hallerinin farkında olan bu kişiler, duygusal hayatları hakkında belli bir anlayışa sahiptir. Duygularının bilincinde olmaları, diğer bazı kişilik özelliklerini destekleyebilir. ÖZ YÖNETİM: “Öz yönetim” kavramı bir çok kaynakta “Duyguları Yönetme” olarak da ifade edilmektedir. Özyönetim, kişinin duygularını kendine ve çevresindekilere zarar vermeden lehte bir durum yaratacak şekilde yönetebilmesidir. Kişinin sorunlar karşısında yeterli düzeyde öz kontrol, özgüven ve esneklik gösterebilmesi de özyönetim tanımının içinde yer alır. Bununla birlikte, duyguları yönetmek, duyguları bastırmak ile karıştırılmamalıdır. Bu konuda, Stanford Üniversitesi’nde yapılan önemli bir araştırma özyönetim beceri ve yeterliklerinin kişilerin hayatında ne kadar önemli olabileceğini ortaya koymaktadır. Araştırma kapsamında 4 yaşındaki çocuklara lokum benzeri bir tatlı sunulmuş ve isterlerse bunun hemen yiyebilecekleri, ancak bir süre beklerlerse gelecek olan liderin kendilerine bu tatlılardan iki tane verecekleri söylenmiştir. Tatlısını hemen yiyen çocuklarla, bekleyen çocuklar 14 yıl sonra tekrar izlendiğinde ortaya önemli farkların çıktığı görülmüştür. Bekleyen çocukların üniversite sınavları aşamasında duygusal açıdan çok daha dengeli ve tutarlı oldukları, stresli durumlarla daha iyi başa çıktıkları, arkadaşları arasında daha çok ilgi gören ve aranan gençler oldukları, iç motivasyonlarının daha yüksek olduğu ve daha çok amaca yönelik davranışlar gösterdikleri saptanmıştır. Ancak araştırmanın en ilginç bulgusu bu gençlerin en yüksek puanın 1600 olduğu SAT sınavlarında (Türkiye’deki ÖSS), beklemeden yiyenlere kıyasla ortalama 210 puanlık bir üstünlük sağlamaları olmuştur. Bu fark en yüksek ve düşük sosyo-ekonomik ailelerin çocukları arasında veya ilkokul mezunu ailelerle, üniversite mezunu ailelerin çocukları arasındaki farktan daha yüksek bir farktır. Duygularını denetleyebilen kişiler rahatsız edici duygu ve dürtülerine hâkim olmanın, hatta onları yararlı bir biçimde kanalize etmenin yollarını bulurlar. Kişinin yüksek stres altında ya da bir kriz döneminde sakin kalması ve açık bir zihinle düşünebilmesi -ya da zorlu bir durumla karşılaştığında bile soğukkanlılığını koruması- bir özdenetim göstergesidir. Aristonun dediği gibi “Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir. Duygularını yönetebilen kişiler, saydam, uyumlu, iyimser, kendilerini motive edebilen ve inisiyatif kullanabilen kişilerdir. Örneğin, saydam kişiler, değerlerini hayata geçirirler. Kişinin duyguları, inançları ve eylemleri konusunda başkalarına karşı açık olması dürüstlük yaratır. Bu tür kişiler hata ya da kusurları açıkça kabul eder ve başkalarının ahlaka aykırı davranışlarına göz yummak yerine uygun şekilde karşı çıkarlar. Bireyin duygu düşünce ve davranışlarını değişen koşullara uydurabilmesi, aynı zamanda mücadele ve değişim gerektiren durumlarda esnek davranabilmesidir. Uyumlu kişiler, odak ya da enerjilerini yitirmeden çok sayıda talebin üstesinden gelebilir ve toplum yaşamının kaçınılmaz belirsizliklerinden rahatsız olmazlar. Başarma dürtüsü, anlamlı, zengin ve dolu dolu bir hayat yolunda verilen uğraşlarla kendisini gösterir. Uzun vadeli hedeflere yaşam boyu süren bir gayret ve şevkle bağlılık sağlayacak türden ilgi alanları ve zevkli uğraşlar yaratmaktır. Kişinin ilgi alanlarına karşı duyduğu heyecan ve tutku, bu ilginin sürdürülebilmesi için gereken enerji ve motivasyonu sağlar. Başarma dürtüsü, kişinin, beceri, yeti ve yeteneklerini azami ölçüde geliştirebilmek için uğraş verdiği kesintisiz ve dinamik bir süreçtir. Bu faktör, kişinin ısrarcı bir şekilde elinden gelenin en iyisini yapma gayreti ve genel anlamda kendini geliştirmeye çalışması ile bağlantılıdır. Bunun sonucunda ise kişisel tatmin duygusu yaşanır. İstenen sonucu verme yeteneklerine -kendi kaderlerine hükmetmek için gereken şeylere- sahip olduklarını hisseden kişilerin girişimciliği mükemmeldir. Beklemek yerine, fırsatları yakalar ya da yaratırlar. İnisiyatif sahibi bir kişi, geleceğe yönelik daha iyi olasılıklar yaratabilmek için, gerektiğinde kokuşmuş katı alışkanlıkları delip geçmekte, hatta kuralları esnetmekte duraksamaz. İyimserlik, bireyin hayata olumlu yönünden bakabilmesi ve sorunlar karşısında bile olumlu bir tutum sergilemeyi sürdürebilmesidir. İyimserlik, bireyin yaşantısına belirli bir ölçüde umut katar. İyimserlik, depresyonun yaygın semptomlarından olan kötümserliğin karşıtıdır. Kişinin iyimserlik düzeyiyle sorunlarla başa çıkabilme yeteneği arasında güçlü bir bağlantı vardır. İyimserlik, özmotivasyon üzerinde önemli bir rol oynar; hedeflere ulaşmakta ve stresle başa çıkmakta da çok önemli bir faktördür. İyimserler de kötümserler gibi aynı hayat tecrübelerinden geçerler, aradaki fark iyimserlerin daha başarılı bir şekilde bu olayların üstesinden gelmesi ve hatalarından ders alarak, yenilgi sonrasında kendilerini daha çabuk toparlamalarıdır. Kötümserler genellikle daha kolay pes ederler. Duygularımız yaşamımız boyunca biz nereye gidersek gidelim bizimle beraber olacak, aldığımız kararlar, söylediğimiz sözler ve yaptığımız hareketlerde hep onların etkileri olacaktır. Duygularımızın, değerlerimizin, güçlü ve zayıf taraflarımızın farkında olmak, bu farkındalık doğrultusunda duygularımızı yönetme becerilerimizi geliştirmek ve bunları kullanmak, yaşamımız boyunca bizler için önemli bir avantaj olacaktır. Sonuç olarak, bu nitelikleri benimseyen ve belirlediği hedeflerden vazgeçmeyen bir kişi için ise “başarı” kaçınılmazdır. KAYNAKLAR: Goleman, Daniel, Duygusal Zeka Neden IQ’dan Daha Önemlidir?, Varlık Yayınları: İstanbul, 1996. Goleman, Daniel, İşbaşında Duygusal Zeka, Varlık Yayınları: İstanbul, 1998. Goleman, Daniel, Boyatzis, Richard, McKee, Annie, Yeni Liderler, Varlık Yayınları: İstanbul, 2003. Møller, Claus, Hearthwork, TMI: Hillerød, 2000 UĞUR KARİYER DERGİSİ, KASIM 2004 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR. Dr. Seden TUYAN & Eray BECEREN #ÖzBilinç #ÖzYönetim
- Bende Önemsendiğimi Hissetmek İstiyorum…
Photo by Andrea Piacquadio on Pexels.com Yok yok başlığa bakarak bunu sadece kendim için istiyorum diye düşünmeyin lütfen. Bugün (28 Haziran 2009) öğleden sonra biraz hava almak için dışarı çıktım. Biraz yürüyüş yaptıktan sonra zincir kahvecilerden birine girdim, her günkü standart kahvemi içmek için. 🙂 “orta boy filtre kahve sütsüz ve şekersiz” 🙂 Aldım kahvemi kapının girişindeki koltuğa oturdum. Kahve servisi yapan kişilere yakın bir yerdi oturduğum yer. Kahvesini alıp bankodan ayrılan bir hanımefendi görevliye dönerek “eskiden gelenlere hoş geldiniz derdiniz çok iyi oluyordu” dedi ve yürüdü gitti. Görevli “deriz efendim” diye cevapladı. Ben kahvemi içtim, çıktım. Yolda yürürken önümde yürüyen iki genç delikanlı (16-17 yaşlarında) aralarında yüksek sesle konuşuyorlardı. Biri diğerine – Adam bana “Bütün modeller şuradaki raflarda” diyerek başından savdı. İnsan müşteri ile bir ilgilenir. Ne biçim satıcı bunlar. Diğeri arkadaşının söylediklerine bir başka kişinin tavrını örnek vererek cevap verdi. – Haklısın abi ya. Dürümcüye gidiyorsun adam yemekten sonra hemen geliyor “abi çay kahve ne içersin?” diye soruyorlar. Müşteri ile ilgilenmezsen bir daha gelir mi sana… Hayatın içinde bu ve buna benzer örnekleri biz ve çevremizdekiler ne kadar sık rastlıyoruz kimbilir. Bir araştırma sonucuna göre insanları en çok motive eden konunun “kendilerinin önemsendiklerini hissetmeleri” olarak ortaya çıkmış. Sevgili Doğan Cüceloğlu Hoca eğitimlerinde ve kitaplarında “Varoluşun Beş Boyutu” diye bir kavramdan bahseder. Beş boyutun birincisi “Can kaale alınmak, umursanmak ister” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kavram kişilerin birbirleri ile içtenlikle selamlaşmalarından, birbirlerinin hatırını sormalarından, çeşitli konularda birbirlerini hatırlayarak aramalarına kadar uzanan ilişkileri kapsamaktadır. Bir başka Hocam diyebileceğim kişi ise Claus Moller. Moller “Hayat Ağacım” isimli kitabında bu konudan “ilgi” başlığı ile bahsetmektedir. Moller ilgiyi şöyle tanımlıyor. “İnsanların kendilerinin ve başkalarının öz değerini güçlendirmek için sahip oldukları ve diledikleri an kullanabilecekleri en güçlü araç ilgidir.” Konuyu konuşmaya, tartışmaya başlasak sanırım saatler, sayfalar yetmez. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? İyi bir hafta geçirmeniz, size önemsendiğinizi hissettiren aile bireyleri, dost ve iş arkadaşlarınızın olması, sizin de onları önemsediğinizi hissettirebilmeniz (anlayana elbette !!) dileklerimle… #önemseme #empati #ilgi
- Bende Önemsendiğimi Hissetmek İstiyorum…
Photo by Andrea Piacquadio on Pexels.com Yok yok başlığa bakarak bunu sadece kendim için istiyorum diye düşünmeyin lütfen. Bugün (28 Haziran 2009) öğleden sonra biraz hava almak için dışarı çıktım. Biraz yürüyüş yaptıktan sonra zincir kahvecilerden birine girdim, her günkü standart kahvemi içmek için. 🙂 “orta boy filtre kahve sütsüz ve şekersiz” 🙂 Aldım kahvemi kapının girişindeki koltuğa oturdum. Kahve servisi yapan kişilere yakın bir yerdi oturduğum yer. Kahvesini alıp bankodan ayrılan bir hanımefendi görevliye dönerek “eskiden gelenlere hoş geldiniz derdiniz çok iyi oluyordu” dedi ve yürüdü gitti. Görevli “deriz efendim” diye cevapladı. Ben kahvemi içtim, çıktım. Yolda yürürken önümde yürüyen iki genç delikanlı (16-17 yaşlarında) aralarında yüksek sesle konuşuyorlardı. Biri diğerine – Adam bana “Bütün modeller şuradaki raflarda” diyerek başından savdı. İnsan müşteri ile bir ilgilenir. Ne biçim satıcı bunlar. Diğeri arkadaşının söylediklerine bir başka kişinin tavrını örnek vererek cevap verdi. – Haklısın abi ya. Dürümcüye gidiyorsun adam yemekten sonra hemen geliyor “abi çay kahve ne içersin?” diye soruyorlar. Müşteri ile ilgilenmezsen bir daha gelir mi sana… Hayatın içinde bu ve buna benzer örnekleri biz ve çevremizdekiler ne kadar sık rastlıyoruz kimbilir. Bir araştırma sonucuna göre insanları en çok motive eden konunun “kendilerinin önemsendiklerini hissetmeleri” olarak ortaya çıkmış. Sevgili Doğan Cüceloğlu Hoca eğitimlerinde ve kitaplarında “Varoluşun Beş Boyutu” diye bir kavramdan bahseder. Beş boyutun birincisi “Can kaale alınmak, umursanmak ister” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kavram kişilerin birbirleri ile içtenlikle selamlaşmalarından, birbirlerinin hatırını sormalarından, çeşitli konularda birbirlerini hatırlayarak aramalarına kadar uzanan ilişkileri kapsamaktadır. Bir başka Hocam diyebileceğim kişi ise Claus Moller. Moller “Hayat Ağacım” isimli kitabında bu konudan “ilgi” başlığı ile bahsetmektedir. Moller ilgiyi şöyle tanımlıyor. “İnsanların kendilerinin ve başkalarının öz değerini güçlendirmek için sahip oldukları ve diledikleri an kullanabilecekleri en güçlü araç ilgidir.” Konuyu konuşmaya, tartışmaya başlasak sanırım saatler, sayfalar yetmez. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? İyi bir hafta geçirmeniz, size önemsendiğinizi hissettiren aile bireyleri, dost ve iş arkadaşlarınızın olması, sizin de onları önemsediğinizi hissettirebilmeniz (anlayana elbette !!) dileklerimle… #önemseme #empati #ilgi
- Kendini Tanımayan Liderlik Edemez
#ÖzBilinç #KendiniTanıma #Liderlik
- Kendini Tanımayan Liderlik Edemez
#ÖzBilinç #KendiniTanıma #Liderlik
- Şükran Günlüğü
Yapılan araştırmalar şükran duydukları şeyleri kaydeden kişilerin, hayatındaki mücadelelerin kaydını tutan kişilere göre daha olumlu duygular taşıdıkları ve daha iyi hissettikleri saptanmıştır. Teşekkür etmek, karşınızdaki kişiye iyi geldiği gibi ifade etmek size de iyi gelir. Hem zihnimize hem de ilişkilerimize iyi gelir. Siz de ilk denemenizi burada yapmak ister misiniz? Ben yazdım. Buraya aşağıdaki “Bir Cevap Yazın” bölümüne yazabilir, yazılanları okuyabilirsiniz. #DuygusalZeka #Yılmazlık #ŞükranGünlüğü
- Şükran Günlüğü
Yapılan araştırmalar şükran duydukları şeyleri kaydeden kişilerin, hayatındaki mücadelelerin kaydını tutan kişilere göre daha olumlu duygular taşıdıkları ve daha iyi hissettikleri saptanmıştır. Teşekkür etmek, karşınızdaki kişiye iyi geldiği gibi ifade etmek size de iyi gelir. Hem zihnimize hem de ilişkilerimize iyi gelir. Siz de ilk denemenizi burada yapmak ister misiniz? Ben yazdım. Buraya aşağıdaki “Bir Cevap Yazın” bölümüne yazabilir, yazılanları okuyabilirsiniz. #DuygusalZeka #Yılmazlık #ŞükranGünlüğü
- Transaksiyonel Analiz Ego Durumlarının «Ekip Kaynak Yönetimi» Eğitimlerinde Kullanılması
2. Havacılık, Uzay ve Psikoloji Kongresinde, Transaksiyonel Analiz Ego Durumlarının «Ekip Kaynak Yönetimi» Eğitimlerinde Kullanılması konusunda görüşlerimizi paylaştık. Bu çalışma; Transaksiyonel Analiz ego durumları yaklaşımının ekip kaynak yönetimi eğitimlerinde kullanılmasının yararını vurgulamak amacıyla hazırlanmıştır. Transaksiyonel analiz yaklaşımının yalnızca ego durumları konuları dikkate alınmış ve vurgulanmıştır. Her kademedeki uçuş personeli, hayatın her alanında olduğu gibi kendilerine verilen görevleri başarabilmek için başka insanlara ihtiyaç duymaktadırlar. Kişi çevresi ile kurduğu ilişki ve iletişim sayesinde aynı zamanda gelişir ve kişiliği oluşur. Bu süreç çeşitli bilim insanları tarafından incelenmiş ve farklı yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bunlardan biri Eric Berne tarafından geliştirilen Transaksiyonel Analiz yaklaşımıdır. Berne’e göre, insan davranışlarının temelinde temas ihtiyacı yatmaktadır. Karşılıklı etkileşimi gerektiren iletişimdeki amaç, kişinin bir konuyla ilgili bilgi, duygu, tutum ve davranışı diğerleriyle paylaşmak ve onlarla etkileşerek sürecin başarılı ve emniyetli olarak sürdürülmesine yardımcı olmaktır. Bu çalışmada uçuş sürecinin her aşamasında görev alan kişilerin ekip kaynak yönetimi yetkinliklerine transaksiyonel analiz ego durumlarının katkısı incelenerek, değerlendirilmiştir. Öneriler Transaksiyonel Analiz Konusunun; CRM eğitimlerinin özellikle iletişim, liderlik, karar verme, çatışma yönetimi konuları ile kullanılmasının, Kurum içi yürütülen özellikle eğiticinin eğitimi, iletişim ve ekip olma eğitim programlarına dahil edilmesinin, Üniversitelerin ve diğer eğitim kurumlarının pilot, kabin memuru, uçak teknisyeni, hava trafik kontrolörü ve diğer alanlarda havacılık çalışanlarının yetiştirildiği programların müfredatına dahil edilmesi, Eğitimler öncesi ego durumları profilinin çıkartılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir.
- Kızgınlık
“Her şeye kızmak demek bir şekilde üstünlük sağlamaya çalışmak demektir… Bu tutumu benimseyen kişiler genelde gergin ve asabidir. Adeta sürekli seferberlik halindedir. Tetikteymiş gibi kızılacak olayları adeta bekler veya yaratır. Bedenini sürekli seferberlik halinde tuttuğundan, tansiyonu, sinir sistemi, zihni ve özellikle kalbi yıpranır, yorulur. Zihnini özgürleştiremediği için zihinsel faaliyetleri zorlanır, bir türlü gevşeyemez. Enerjisi sürekli kızgınlıklar ve çatışmalarda tükendiğinden, gücünü üretkenlikte kullanması zorlaşır. Kendi halinden dolayı da içerlemekte ve kızacak, suçlayacak insan aramaktadır. Bu durum kolaylıkla kısırdöngüye dönüşebilir. Farkında olarak veya olmayarak kızgın kişiden çekinilir, ondan uzak durmaya çalışılır. Gerginlik ve asabiyet bulaşıcıdır. Bu tür biriyle her gün muhatap olmak, insanı sinirli, bezgin bir hale getirir… Zihnini ve enerjisini sürekli karşıdan gelen kızgınlıkla nasıl baş edeceği üzerine düşünmekle harcar. Verimliliği eksilir. Kendisi de kızgın ve tükenmiştir. Tükenmişlik zaman zaman nefret duygularına dönüşebilir.” Geçenlerde bir banka şubesine gittim. Çok kısa bir işlemim vardı. Banka çok sakindi. Numaratörden numara aldım. işlemi yapılan kişiden sonra sıra bendeydi. İşlem yapılan tek gişedeki hanımefendi, bir yandan işlem yaparken, bir yandan da arkasındaki masada oturan yetkilisi ile konuşuyordu. Tavırlarından anladığım kadarıyla yetkilisinden talep ettiği bir iş için beklediği cevabı alamadığından hafif gergin görünüyordu. Gerginliğinin sebebi yetkilisinden daha ziyade sisteme yönelik olduğu hissediliyordu. Gişe görevlisi önündeki müşterinin işlemlerini epey yavaş yerine getirdi. Yetkilisinin numaratörü çevir diğer müşteriyi alayım talebine üçüncü uyarıdan sonra cevap verdi. Güvenlik görevlisinin “salonda bekleyen sayısı arttı” uyarısını ise görmezden geldi. Sayın Navaro’nun yazdıkları ve her gün bir çoğumuzun yaşadıklarına benzer yaşadıklarım çerçevesinde düşünürsek… Maalesef eğer kızgınsanız, sonunda hasta ve/veya başarısız olma ihtimaliniz yüksek. Duyguların bulaşıcılığı kuralından hareketle eğer kızgın birileriyle berabersiniz sizin de sonunda onlara benzeme ihtimaliniz yüksek… Kendinizi korumaya almalı… ve bu kızgın kişilerin yanından bir an önce uzaklaşmalısınız… #ÖzYönetim #DuygusalZeka #Kızgınlık
- Kızgınlık
“Her şeye kızmak demek bir şekilde üstünlük sağlamaya çalışmak demektir… Bu tutumu benimseyen kişiler genelde gergin ve asabidir. Adeta sürekli seferberlik halindedir. Tetikteymiş gibi kızılacak olayları adeta bekler veya yaratır. Bedenini sürekli seferberlik halinde tuttuğundan, tansiyonu, sinir sistemi, zihni ve özellikle kalbi yıpranır, yorulur. Zihnini özgürleştiremediği için zihinsel faaliyetleri zorlanır, bir türlü gevşeyemez. Enerjisi sürekli kızgınlıklar ve çatışmalarda tükendiğinden, gücünü üretkenlikte kullanması zorlaşır. Kendi halinden dolayı da içerlemekte ve kızacak, suçlayacak insan aramaktadır. Bu durum kolaylıkla kısırdöngüye dönüşebilir. Farkında olarak veya olmayarak kızgın kişiden çekinilir, ondan uzak durmaya çalışılır. Gerginlik ve asabiyet bulaşıcıdır. Bu tür biriyle her gün muhatap olmak, insanı sinirli, bezgin bir hale getirir… Zihnini ve enerjisini sürekli karşıdan gelen kızgınlıkla nasıl baş edeceği üzerine düşünmekle harcar. Verimliliği eksilir. Kendisi de kızgın ve tükenmiştir. Tükenmişlik zaman zaman nefret duygularına dönüşebilir.” Geçenlerde bir banka şubesine gittim. Çok kısa bir işlemim vardı. Banka çok sakindi. Numaratörden numara aldım. işlemi yapılan kişiden sonra sıra bendeydi. İşlem yapılan tek gişedeki hanımefendi, bir yandan işlem yaparken, bir yandan da arkasındaki masada oturan yetkilisi ile konuşuyordu. Tavırlarından anladığım kadarıyla yetkilisinden talep ettiği bir iş için beklediği cevabı alamadığından hafif gergin görünüyordu. Gerginliğinin sebebi yetkilisinden daha ziyade sisteme yönelik olduğu hissediliyordu. Gişe görevlisi önündeki müşterinin işlemlerini epey yavaş yerine getirdi. Yetkilisinin numaratörü çevir diğer müşteriyi alayım talebine üçüncü uyarıdan sonra cevap verdi. Güvenlik görevlisinin “salonda bekleyen sayısı arttı” uyarısını ise görmezden geldi. Sayın Navaro’nun yazdıkları ve her gün bir çoğumuzun yaşadıklarına benzer yaşadıklarım çerçevesinde düşünürsek… Maalesef eğer kızgınsanız, sonunda hasta ve/veya başarısız olma ihtimaliniz yüksek. Duyguların bulaşıcılığı kuralından hareketle eğer kızgın birileriyle berabersiniz sizin de sonunda onlara benzeme ihtimaliniz yüksek… Kendinizi korumaya almalı… ve bu kızgın kişilerin yanından bir an önce uzaklaşmalısınız… #ÖzYönetim #DuygusalZeka #Kızgınlık


















