top of page

Argumentatum Ad Ignorantiam

Beyin.. anlamlandırmadan duramayan, anlamlandıramayınca rahatsızlanan bu rahatsızlıkla da kemir kemir kemiren organ. Beyin hakkında onca muazzam şey varken işin neden bu tarafına taktın derseniz cevabı çok basit; etrafımızda gördüğümüz, yaşadığımız, hissettiğimiz her şey uyduruk. Uyduruktan kastettiğim elbette basit ve işlevsiz demek değil. Kastettiğim şey; tüm medeniyetimizi beynin uydurma kabiliyetine borçlu olduğumuz. Yani beynin ihtiyaçla uyumlama ve yaratma hâli..

Alışkanlıklarımız, görüşlerimiz, bakış açımız, değerlerimiz, inançlarımız ve hatta bildiğimizi sandığımız pek çok şey bu uydurmanın ya da uyumlu hâle getirmenin eseri.


Argumentum ad ignorantiam "bilgi yoksunluğundan kaynaklanan argüman" anlamına geliyor. Biz bunu daha da basitleştirelim ve pek çok davranış bilimci gibi “cehalete başvurma” diyelim. Sonra da kendimizden başlayarak mümkün olduğu kadar panoramik bir bakış açısıyla etrafımıza bakalım. Biz insanlar yaşamlarımız boyunca haller yaşıyoruz. Ancak bu halleri yaşamakla yetinemiyoruz çünkü beyin sapı, limbik sistem ve neokorteksin el ele verdiği kontrol panellerimiz var. Bu panel anlamlandırma ihtiyacından beslenen bir panel. Herhangi bir olayla karşılaştığımız zaman, önce bu olaya ilişkin bir his beliriyor. İşte anlamlandırma ihtiyacı da tam olarak bu his sonrasında devreye giriyor. Aslında bu mekanizmanın sebebi çok basit; her anlamda hayatta kalmak. Çünkü anlamlandırma sonrasında bizi harekete geçirecek duygu doğabiliyor. Gök gürültüsünü Tanrılar’ın kızgınlığı olarak anlamlandıran insan atalarımızdan tutun da, çantanı yere koyarsan bereketi kaçar inancına varan her şey de bu mantık silsilesini görebilirsiniz.


Bu mantık hatası varlık ispatlama savaşında da karşımıza çıkıyor ve hedef daima iyi hissetmek oluyor. Anlamlandırmak ve kendisini anlamlandırdıkları üzerinden gerçekleştirmek genellikle en iyi hissettiren şeydir. Bu yüzden pek çok insan gökyüzünde gördüğü parlak ve yuvarlak cisme, bir bilim adamı çıkıp bunun bir doğa hareketi olduğunu ispatlayınca kadar uzaylı işi etiketini yapıştırıyor. Eğer bunun bir doğa olayı olduğunu ispatlayacak bilim adamı çıkmazsa, hayatı boyunca bu uzaylı işi inancıyla yaşıyor. Çünkü “uzaylı işi” argümanına karşı bir ispat olmayınca beyninin uygun görüp uyumlu kıldığı bu oluyor.

O halde, bilim aksini ispatlamadıkça hayal edip kesin böyledir dediğimiz ecinli türden her şey, insanın rotasını çizmektedir. İşin en acayip tarafı ise, cehalete başvurma yoluyla elde edilen info bulaşıcıdır. Tek bir beynin uydurduğu varsayım, o varsayımdan haberdar olan her insanın beynine olasılık olarak kaydedilir ve aksi ispat edilmedikçe "Bilgi yoksunluğundan kaynaklanan argüman" insandan insana, kuşaktan kuşağa ve hatta toplumdan topluma aktarılır.


Bizi biz yapan alışkanlıklarımız, değerlerimiz ve davranışlarımız bir başkasının Argumentatum Ad Ignorantiam’ı olabilir. Ya aksini ispat edecek bir bilim adamı çıkmazsa…


Not: Uzaylıların olmadıklarını bana kimse kanıtlayamadı. İşin tuhafı varlıklarını da kanıtlayan olmadı. Birini seçmem gerekti ve ben var oldukları inancı tarafını seçtim. Bu da benim cehalete başvurumdur.

6 görüntüleme0 yorum

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page