"Dikkat hiçi her şeye dönüştürür." Goethe
Beyoğlu İstiklal Caddesi’nde yürürken aniden duruveririm. İçinde kaldığım insan topluluğu gürüldeyerek sağımdan solumdan akmaya devam eder. Pek çoğu bana hiç bakmamasına rağmen akışın içinde yanımdan geçip gider. Bunu öyle doğal bir biçimde yaparlar ki, görünmez olduğumu düşünürüm. Doğal olarak bu insanların hiç biri “İstiklal Caddesinde yolun ortasında duran bir kadının yanından geçiyorum” diye düşünmez. Sadece geçerler ve dikkatlerini odakladıkları hedefe doğru yürümeye devam ederler. Onların seçici dikkatlerinin dışında minicik bir ayrıntı oluveririm. Tıpkı daha önce o noktada durmayı seçmediğim için ilk defa fark ettiğim bir duvar işlemesi gibi. O duvar işlemesi, ben ona dikkat etsem de etmesem de oradadır.
Yaşamımız boyunca muazzam bir duyu bombardımanı altında yaşıyoruz. Tiz ve pes sesler, havada salınan kokular, görme alanımıza girip çıkan görüntüler vs.. Ancak bunların sadece ufak bir kısmı zihnimiz tarafından kayda değer bulunuyor. İşte o ufak kısım bizim gerçekliğimiz oluyor. Bu duruma “ayak serçe parmağını sehpaya vurma sendromu” demek istiyorum. O minnacık parmak nasıl da hayattaki tek gerçekliğimiz oluverir. Geri kalan her şey anlamını yitirir.
Uzmanlar, dikkat ve özellikle de odaklanmanın, temel yaşam yeteneklerinden biri olduğu konusunda hemfikirler. Ancak maruz kaldığımız bombardıman, dikkatin yapılması gereken işlere değil, endişelere sabitlenmesine yol açıyor. Bu sabitlenmeden kaynaklanan duygusal yorgunluk ise tükenmeye sebebiyet veriyor. Görünen o ki; hayatta kalmamız için yaradılışımız sırasında kazandığımız yeteneğimizi, endişelerimizle birlikte, dikkat korsanlarına da kurban ediyoruz. Korsanların tetiklediği bilinçaltı heveslerimiz ya da endişelerimiz, çoğu zaman muhakeme ile doğru yönü bulduran zihnimizi kundaklıyor. Böylece tüm dikkatimizi, bizim kontrolümüz dışında biçimlenmiş sistemlerin içinde var olmaya veriyoruz. Bir süre sonra da kendimizi, dikkat dağınıklığı, odaklanamama ya da aşırı zihinsel yorgunluk ile mücadele ederken buluyoruz. Beynimizin duygusal anlam gözcüsü olan amygdalamız ile kavgamızın başlıca sebebi de budur.
İnsanlık olarak temel sorunumuz; dikkatimizi kendimize tam olarak vermemişken sistem içinde var olmaya çalışmamızdır. Dağılan dikkatin ve odaklanamamanın tek ilacı olan irade; özdenetim ve nihayetinde de özyönetim ile mümkündür. Peki ya öz-farkındalıktan yoksunsak, neyi yöneteceğiz? Maruz kaldığımız tüm bu duyu bombardımanı ve dikkat korsanlarına rağmen kendi gerçekliğimizi yaratıp yaşamak elimizde, daha doğrusu tam da kafa tasımızın içerisinde.. Kendine tam olarak odaklanamayan bir zihin, başkalarının gerçekliğini yaşamak üzere programlanmış demektir. Uzun lafın kısası, herhangi bir konuya odaklanamamak konusunda sıkıntı yaşayan herkesin, öncelikle “ben”e odaklanmaya çalışması gerekir. Çünkü “ben” aslında her şeydir.
Comments